1 Haziran 2010 Salı

URFA MARDİN DİYARBAKIR ELAZIĞ








MARDİN

















DİYARBAKIR ULU CAMİ











URFA BALIKLI GÖL













URFA BALIKLI GÖL










MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

URFA MARDİN DİYARBAKIR ELAZIĞ

28 Ağustos sabahı gökte yıldızların ışıldadığı bir saatte kaptanlığını Elazığ Lisesi emekli müdürümüz eğitimci yazar Lütfi Parlak ile Mezre ilköğretim okulu müdürümüz Muammer Aksoy’un yaptığı özel arabamızla beraberimizde yazar-şair ve eğitimci kardeşlerimiz Faik Güngör ile R.Mithat Yılmaz beylerle Urfa-Mardin seyahatini gerçekleştirmek üzere Diyarbakır yolundayız. Sabah kahvaltımızı Siverek’te yaptıktan sonra tatlı bir muhabbet içerisinde Urfa’ya giriyoruz. Kimilerimizin Urfa’yı daha önceleri birkaç kere görmelerine rağmen kimilerimiz ilk defa gidiyorduk. Burada gördüğümüz güzellikler karşısında dinlenmek ihtiyacını dahi hissetmedik. Peygamberler şehrinde Hazreti Eyüp’ü, Hazreti İbrahim’i ve diğer peygamberleri ziyaret ettik. Sabır kuyusundan sular içtik.

***
Bu mübarek Peygamberlerin huzurunda ellerimi semaya açtığımda şöyle bir dua ettiğimi anımsıyorum. “Ey ulu Rabbim sen bizlere gezmeye, görmeye doyamadığımız, üzerine basmaya kıyamadığımız, yeryüzünün cennetini vatan olarak ihsan etmişsin. Bu vatanı her türlü iç ve dış tehlikeden her türlü karanlık emel ve niyetlerden muhafaza buyur. Birlik ve dirliğimizi bozdurma, şehitlerimizi, evliyalarımızı incitme, utandırma yarabbi” diye dua etmiştim.
O gün akşama kadar bu mübarek beldeyi gezebildiğimizce gezdik. Vilayet konukevinde Urfa ile ilgili bilgiler aldık, bir çay içimi dinlenme fırsatını bulduk. Hazreti İbrahim’in doğduğu mağarayı ziyaret ettik. Allah’ın azamet ve büyüklüğüne amenna dedik. Yunus’un gözüyle balıklı göldeki balıklara baktık, onlara yem attık. Cenab-ı Allah’a Türk ve İslam kimliği ile bize böylesine mübarek bir ülkede yaşamayı nasip ettiği için Hamdü senalar ettik şükrettik.
Urfa’da gönderdeki bayrakların büyüklüğü dikkatimizi çekmişti. O büyük boy bayraklar altında kendimizi daha güvende ve daha mutlu görüyorduk.
Sıcak bir günün akşamında yorgunluğumuz had safhaya çıkmıştı. DSİ misafir hanesinde bu mübarek zatların koynunda derin bir uykuya daldık.

***
Sabah uyanır uyanmaz bir sokaktan geçerken “Balak Gazi” sitesi gözümüze ilişti bir aşina yüzü görür gibi olduk ve kendimizi yine yollarda bulduk. O gün otuz Ağustos’tu, Türk’ün Zafer Bayramı idi. Göğsümüzdeki bu gururla kahvaltı etmek için Kızıltepe’ye girdiğimizde bayram şenlikleri ile karşılaştık. Emniyet mensuplarının yardımları ile kahvaltı yapacak bir lokanta bulduk ve karnımızı doyurduk. Kafilemiz bir konunun dışında gayet uyumlu, gayet hoşgörülü bir kafileydi. Bizim kafilenin çaya karşı bir alerjisi vardı çay içmiyorlar çayı sevmiyorlardı. Oysa benim günlük çay kapasitem otuzdan aşağı değildi. Aramızdaki tek uyumsuzluk sanırım buydu. Buna rağmen sağ olsunlar burada çayımızı da içirdiler.
123 Bin nüfuslu Mardin’in ilçesi Kızıltepe’den ayrıldıktan 13 Km. sonra 60–65 bin nüfuslu Mardin il merkezinin kıvrım kıvrım yollarında bu güzel şehrimize girmeye çalışıyorduk.
***

Mezopotamya’yı geçip Mardin’in doruğuna çıktığımızda bir hayranlık duygusu kapladı gönlümüzü. Her sokak, her yapı, her cadde bir açık hava müzesini andırıyor, buram buram tarih kokuyordu. Dikkatlice bakıldığında Suriye sınırı bile gözüken şehrin Her yönü başka bir tarihi soluyordu. Bu güne kadar bu güzel şehrimizi görmediğimiz için kendimizi suçlu görüyor hayranlığımızı gizleyemiyorduk. Kapalı çarşıda Mardin esnafı ile derin bir muhabbete koyulduk. Gayet misafirperver, gayet cana yakın insanları ile karşılaştık öğlen namazını o muhteşem Ulu Camisinde kılmayı nasip etti bize yaradan.
Kısa zamanda Mardin’in görülmeye değer yerlerini böylelikle gezmiş olduk. Gerçi Mardin’in görülmeye değer olmayan hiçbir yeri yoktu. Burası bir harikalar diyarıydı. Gezmekle, görmekle doyulmayan yeryüzünde eşi ve benzeri bulunmayan bir güzelliğe sahipti.
Farklı farklı kültürlerin harmanlandığı bir yerdi, bir medeniyetler beşiği idi Mardin.
Burada da müthiş bir sıcaklık vardı. Terden sırılsıklam olmuştuk tarihi PTT binasında biraz dinlendik. Sıla dizisindeki Boran ağanın oturduğu masada soluklandık ilgilerden bilgi aldık ve Diyarbakır’a gitmek üzere yeniden yola koyulduk.
***

Evliya Çelebi misali yine yollardaydık. Bu yolda dikkatimizi bir şey çekti karayollarının şehirlerarası mesafeleri gösteren Km. levhaları yoktu. Uzun bir yolculuktan sonra ikindi sularında Diyarbakır’a girdik. Arabamızı park edecek bir yer bulduktan sonra Ulu Cami’ye gittik. Daha evvel hepimizin müteaddit defa gördüğümüz bu mübarek mekânda ikindi namazımızı eda ettikten ve karnımızı doyurduktan sonra yeniden yollara düştük. Eğil’de Zülküf Peygamberi ziyaretimizden sonra akşamın karanlığı ile birlikte Elazığ’a girdik.

***
Elazığ’a girerken kaptanımız Muammer Aksoy’du Lütfi Parlak önde Faik Güngör, ben ve R. Mithat Yılmaz arkadaydık. Kurban olduğum ülkemin kurban olduğum bölgelerine yaptığımız ve damaklarımızda tat bırakan muhteşem bir gezi ne yazık ki burada sona ermişti. Bakalım aynı kadro ile ne zaman ve nereye doğru yola çıkacağız.
Bekleyip görelim!
“Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler”

***///***

Mehmet Şükrü Baş 06 Eylül 2007 Elazığ Nurhak Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder