1 Haziran 2010 Salı

BAYRAM KAVGASI


MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com

BAYRAM KAVGASI

Biz emekliler “Ununu elemiş eleğini asmış” insanlarız. Otuz’u aşkın devlet hizmetimizden sonra baktık memuriyeti götüremiyoruz bari emekli olalım diyenlerdeniz.
Önceleri emekliliği kolay bir şey sanmıştık. Kendi kendimize diyorduk ki “Amirde benim memurda, karışanımız olmaz, görüşenimiz olmaz” demiştik. Meğerse kazın ayağı hiçte öyle değilmiş. Emekli olunca konumun, pozisyonun hatta sana bakan gözler bile değişiyor.
***
Otuz gün oruç tuttuk, her ne kadar ikindinin sünnetini kılıp farzını unuttuksa da Allah kabul buyursun namazımızı niyazımızı eda ettik, arife günü bayramda ne alacağımızı hanımla baş başa verip; önemli bir vatan hizmeti gibi değerlendirmeye çalıştık.
Bayram şekeri, kolonyası, kolası, kadayıfı, tatlısı vs.
Davulcunun, zurnacının parasını da bir güzel denkleştirip bir köşeye koyduk. Ve bendeniz dışarı çıkıp hanımla listelediğimiz ihtiyaçlarımızı kıt kanaat da olsa alıp eve döndüm.
***
Hanım her zamanki gibi yüzüme değil de getirdiklerime baktı ve paketleri açmadan mutfağa götürdü.
Hanım mutfakta iken celalliğim tuttu hanıma “Aman hanım kadayıfın altı kızarmış mı, kızarmamış mı? Ona dikkat et” dedim.
***
Bayram sabahı erkenden uyandık, hanım evin işlerini yapadursun ben Bayram namazına gittim. Şükürler olsun camide yeryüzünden nizasız, kavgasız eve döndük.
Gerek dini vecibelerimizi gerekse aile reisliği görevini tam olarak yapmanın mutluluğu içerisinde mübarek on bir aylara giriverdik.
***
Kapımızı ilk çalan mahallenin çocukları oldu. Onların şekerlerini vermek için hanım mutfağa girer girmez kıyametin ilk belirtileri oluştu. Ve hanım “Şeker nerede? Şekeeer!” diye bir hışımla bana doğru gelmeye başladı.
Sahi şeker neredeydi? Galiba ben şekeri unutmuştum.
Hanım söylendi, ben müdafaaya çekildim, hanım hiddetlendi, ben sustum. Ama daha fazla dayanamadım cevap vermek zorunda kaldım.
“Ne var yani unuttumsa unuttum bu ülkede Başbakanı bile arabasında unutuyorlar ben şekeri unutmuşum çok mu?” dedim.
***
Tam sükûta ermişken kapının hızla çalındığını duyduk açtım davulcu.
—Hanım hanım diye seslendim” Davulcuların parasını getir”
Davulcu gelecek paranın miktarını merak ededurursun hanım elindeki 3–4 TL’ yi davulcuya uzattı. Davulcu bir hanımın bir benim yüzüme baktı sonra elindeki paraları göstererek “Bu ne diye?” sordu.
Hanım “para” dedi.
Davulcu “Hanım Hanım, bir ay nefes tükettik, tokmak çaldık bumu bahşişimiz? Dedi.
Baktım ki işler sarpa sarıyor, davulcunun elindeki tokmağı görünce hanımı ileri sürüp ben bir iki adım geri çekildim.
Baktım ki yine olmuyor bu kez istemeyerekte olsa olaya müdahil oldum.
—Davulcu Davulcu dedim. Sen her sahurda vakitli vakitsiz davul çaldın ben sana 4 lira veriyorum. Biz devlete 30 yıl hizmet ettik, belimiz büküldü, gözümüz kör oldu devlet bize Ocakta % 2 Temmuzda da % 2 olmak üzere taksitlerle 4 TL verdi. “Daha ne istiyorsun” dedim.
Davulcu yüzüme bakıp; haklısın abi dedi.
—Vallahi haklısın.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 24 Eylül 2009 Elazığ Nurhak Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder