2 Haziran 2010 Çarşamba

SANDIKLI RÜYASI -4-





YUNUS GİBİ







Öğle bir dünyada yaşıyoruz ki
Veysel’in, Yunus’un
dünyası değil.
Kirlendi âdemin eliyle dili

Artık eller eli yunası değil.




















Dil dersen bir başka doğrudan uzak,

Hak hukuk arama; örtülü tuzak.

Oysaki toprağın, altı da toprak,

Alınlarda kurban kınası değil






























Gönül dersen yaslı, sevgiden yoksun,

İster ki Yunusça çağlasın aksın.

İnsanlar insana insanca baksın,

Yürekler bu aşkla yanası değil.
















Dert dokurum ilmik ilmik çıkrıkta

Gam yükümdür hem karada hem akta.

Gönlümdeki gün görmemiş konakta,

Neşe yok, şevk dersen kalası değil.

















Her akşam gün batar, hava kararır,

Güz düşer bağrıma, gönlüm sararır.

El açar da Şükrü Hak’ka yakarır,

Dualarım kattan dönesi değil.













































































MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

SANDIKLI RÜYASI -4-

15 Nisan Cumartesi.

Bugün, Sandıklı’da son günümüz.

Otelden çıkıyor, program gereği Reşadiye Köyünde yapılacak kahvaltı için arabalara doluşuyoruz. Doyumsuz bir manzarayı seyrede ede Reşadiye Köyüne varıyoruz. Köy derken aklınıza sıradan bir köy gelmesin. Bu köy büyücek bir köy. Muhtarını kaymakamlık önündeki törende tanımış, “Bir köyün muhtarı böyleyse köyü nasıldır?” diye kendi kendime sormuştum. Bu sorunun cevabını da burada almış oldum.

Kaymakamımız Sayın Samet Ercoşkun ve muhterem eşleri ile çocukları, Sandıklı’nın genç, dinamik ve gönlü bol Belediye Başkanı İsmail Elibol ve eşi, şairler, yazarlar, sanatçılar. Hakiki köy yemeği dediğimiz bir cinsten nefis bir kahvaltı yapıyoruz. Bu köyün tamamı 1910 yılında Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç etmiş ve dönemin padişahı olan Sultan Reşad'ın ismini almıştır. Kültürlerinde Rumeli’de yaşanan gelenekler vardır. Düğünleri mevlit okunarak yapılır, kahvehanelerde oyun yoktur. Oldukça huzurlu bir yerleşim birimidir. Kaçamak, macur böreği, mısır çorbası, meshur pata gibi yemekleri ünlüdür. Hep birlikte köyü geziyor, topluca resimler çektiriyor, çaylarımızı yudumluyoruz. Her şey yaptığımız kahvaltı kadar nefis onun kadar güzeldi. Daha gidecek çok yerlerimiz var diyerek muhtar Murat Çankaya’dan izin isteyip tekrar yola koyuluyoruz.

***

Saatlerimiz onu gösterdiğinde konvoyumuz 2.500 rakımlı Akdağ Milli Parkına giden kıvrım kıvrım yollarda yol alıyor. Burası tabiri caizse yeryüzünde bir cennet, karlı dağların eteğinde yemyeşil bir doğa, içilemeyecek kadar soğuk bir su. Yeşil çimenler üzerinde sere serpe uzanıyoruz. Küçük büyük adeta bir şölendeymişiz gibi şakalaşıyor, gülüp oynuyoruz. TRT sanatçılarımız Zülfü Demirtaş ile Hasan Öztürk güzel ve doyurucu sesleri ile dinleyenleri büyülüyor, koca yaylayı inletiyorlardı.

Buradan hareketle Sorkun Piknik alanına geldik. Burada da doyumsuz bir manzara, kusursuz bir hizmetle karşılaştık. Kadınlar sıra sıra dizilmiş, kimileri yufka açıyor, kimileri pişiriyor, kimileri yağlıyor, kimileri yemek hazırlıyorlardı. Genç delikanlılar çay hizmeti ve servis yapıyorlardı. Kusursuz bir ev sahipliği ve Türk köylüsünün eşi emsali olmayan misafirperverliği kendini gösteriyordu.

PARK OTELDE SON AKŞAM

Otele döndük. Lobide sohbet ediyor, terasta çay içiyoruz. Beni tavlada yenmekten büyük bir haz alan duayenimiz Yahya Akengin yine bir maç teklifi yapıyor, o beni yendikçe ben de hırsımı Mehmet Kara, Ahmet Otman, Hadi Önal ve diğer arkadaşlarımdan çıkarıyordum.

O günde akşam olmuştu. Yine otelin konferans salonunda programlar vardı. Sandıklı Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneğinin sahnelediği Yaren Gecesi ve Halk oyunları programını Esat Kabaklı’nın o muhteşem konseri izledi ve gezimizle birlikte gecemiz de bu konserle sonra erdi.

Her güzel şeyin bir sonu vardır derler ya çok doğru. Ertesi günün sabahı saat 08.30 sularında arabalarımıza doluştuk, Kaymakam Sayın Ercoşkun’la vedalaştık ve yola koyulduk. Mehmet Kara Antep’e, Mine Bahçeli Mersin’e, Ahmet Otman Salihli’ye, İsmail Göktaş İzmir’e, Yahya Akangin ve arkadaşları Ankara’ya doğru yola çıktılar. Hepimizde buruk bir hüzün vardı. Çok değerli kaymakamımızdan, Sandıklı’daki hocalarımızdan, şair dostlarımızdan ayrılıyorduk. Yolumuz Kayseri olunca Kayserili ağabeyimiz Erciyes Dergisi sahibi Nevzat Türkten ile eğitimci ve şair kardeşimiz Fazıl Ahmet Bahadır’ı da aracımıza alarak “Ya Allah Bismillah” diyerek yola koyulduk.

***

İstikametimiz, Ulu Önder Atatürk’ün düşmana taarruz emrini, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” komutunu verdiği tarihi Afyon Kacatepe idi. Çünkü evimizden önce orası gelirdi. Oraya gittik, o görkemli anıtın önünde hatıra fotoğrafı çektirdik. Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle yâd ettik. Aziz ve mübarek ruhlarına Fatihalar gönderdik.

Bir rüyadan uyanmak üzereydik. Sandıklı rüyasından uyanıyorduk. Ahh bu rüya hiç bitmeseydi desek de faydasızdı. Sandıklı’da yaşadıklarımız ve gördüklerimiz damaklarımızda doyumsuz bir tat bırakmıştı; ancak “keşke” diyebileceğimiz bir konu da yok değildi. O da Yunus Emre diyarında bir Yunus Emre Kültür Merkezinin olmayışı idi. Bizden sonra gelenler inşallah bu etkinliği Yunus Emre Kültür Merkezinde yapacaklardır. Yaparlarsa Sandıklı’ya çok yakışır diyor, bu önemli faaliyetin içerisinde yer alan herkese teşekkürler ediyorum.

Yaradılanı severiz//Yaradandan ötürü" diyen Yunus’un diyarındaki Yunus gönüllülere selam olsun. Selam olsun Sandıklı’lara, binlerce selam olsun.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 27 Mayıs 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder