1 Haziran 2010 Salı

SAAATTIIM

MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

Mehmet_sukru_bas@mynet.com

SAAATTIIM

Dünyadaki en kolay şey elinde olanları satmaktır sanırım. Bu, ev olur, arsa olur, bağ bahçe olur, fabrika olur, araba olur, hatta hatta kişilik bile olur. Bütün bunların alımı ise çok zordur. Sermaye ister, emek ister, zaman ister, satımı ise tam aksine çok kolaydır. Eşe dosta bildirirsin, bakkala, manava tembihlersin, camekânlarına "Satılık" yazdırırsın olmadı ilanlar verirsin, daha da olmadı müzayede salonlarını kiralarsın. Biraz pazarlık sonunda " Saaaattım." deyip satıverirsin.
***
Ben de rahmetli babamdan kalan epeyce mal mülk sattım. Bir taziye için dahi olsa bizim köye gittiğimde köylüler etrafımı sarar "Acaba yine nereyi satacak?" gibi sorular sorarlardı biri birlerine. Onlar benim mutlaka bir bağı veya bahçeyi satacağım kanaatiyle para temin etme çabasına düşerlerdi. Beni yalnız gördüklerinde hemen alıcı olduklarını söyler, fiyat artırılmasın diye kimselere söylemezlerdi. Akabinde de evlerine koşar, evde ne kadar paraları olduğuna bakar, gelininden kızından bilezik, altın almaya başlarlardı.
Satıcı bendim, alıcı onlar. Bir güzel geçinip gidiyorduk. Benim onlara yüz liraya sattığım malı onlar bir gün sonra Bin liraya satmazlardı. Çünkü onlar miras yedi değillerdi. Mirasyedi olan bendim.
Yalnız dikkat ettiğim bir şey kaldı hafızamda. Ben iyi kötü mektep medrese görmüştüm, iyi kötü mürekkep yalamıştım. Yurdun dört bir yanını gezip görmüştüm. Buna rağmen hiç okuryazarı olmayan, askerliği saymazsak ömür boyu köyün dışına çıkmayan köylüler beni öyle güzel kandırıyorlardı ki anlatamam. Oysa ben onları bir gün bile kandırma becerisini gösterememiştim.
Sonunda satılanlar satıldı, elde ise kocaman bir " 0" kaldı. Marabalarımız da böylelikle teker teker ağa, ağalar da maraba oldu.
***
Ülkemizde de birkaç senedir bir satış furyasıdır devam edip gidiyor. Özelleştirme adı altında Telekom'dan tutun da Tüpraş'a varıncaya kadar pek çok tesisimizi, fabrikamızı, iş sahamızı, bunlar gibi birçok altın yumurtlayan tavukları bir koli yumurta fiyatına sattık ve satıyoruz.
Özellikle güler yüzlü Maliye Bakanımız seyahatlerinde havada bile satacak bir şeyler arayıp duruyor.
Karayoluyla bir yerden bir yere gittiğinde gözüne bir fabrika veya büyük bir tesis takıldı mı şoförüne hemen “Dur” emrini verir, arabasından iner, o tesisin etrafında bir iki tur atar. Görenler hemen anlarlar işin önemini. "Bakanımız burayı da satacak." derler. Hakikaten o tesis ertesi gün satılır.
Deniz yoluyla bir yere gittiğinde gözüne bir "tersane" takıldığında hemen kalemi kâğıdı çıkarır, mevkiini cinsini yazıp satılacaklar listesine alır.
Bir keresinde karayolu üzerinde bir büyük tesisi gördüğünde arabasından inip tam etrafında dönecekti ki, danışmanı işin vahametini anlayıp " Sayın Bakanım burası Karayolları Bakım Tesisi" diye uyardı. Bakan Bey gerisin geri arabasına biner; ama aklı fikri benim gibi satmakta kalır. O da satmayı çok seviyor. Bu yüzden bu Sayın Bakanı hep kendime yakın görmüşümdür.
***
Bu satışları da yeterli görmeyip toprak satışına başladık. İçeride alıcı tükenince bu sefer yabancılarla irtibat kurduk. Alıcılarımıza turistik yörelerimizi, verimli bölgelerimizi gezdirdik. Bir güzel reklâmımızı yaptık ve bilmem kaç bin dönüm araziyi de böylelikle satmış olduk.
Her ne kadar bunların adı "yabancı" iselerse de bizi bizden daha iyi tanıyan, kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen tipte uyanık insanlardı.
Satılan her kalem malın değerlendirilmesinde elbette ki hatır gönül meselesi ön plana çıkarılmıştı. Eşin, dostun hatırı birkaç kalem mal için kırılmaya değer miydi? Hele bu alıcılar insanın yakınları, yandaşları olunca iş daha da başka boyut kazanır olmuştu. Bir yandaşın, bir dostun hatırı kırk dönüm sulu bir tarlaya veya Tüpraşa değişilir miydi?
Hemen bir toplantı yapılır, heyetler kurulur, satış kararı alınır ve hep bir ağızdan "Saaaattım" diyerek son nokta konulurdu. Ondan sonra gelsin gıcır gıcır riyaller, dolarlar, eurolar.
***
Alıcılarımız genellikle din kardeşlerimiz olduğu için gerekli tolerans gösterilir, her türlü kolaylıklar sağlanırdı. Bazen taksitlerle sattıklarımız da olmuştu. Oysa alıcıların o tesisin aylık getirilerini taksitlere yatırmak suretiyle malı bedavaya getirdikleri bile oluyordu.
Güzel İstanbul'umuzun en güzel yerlerini Arap kardeşlerimize satıyor, bu kardeşlerimiz de buralara gece kulüpleri, eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller yapmak için projeler üretiyorlardı.
Bütün bu satışlardan ötürü benim çocuklarım" Benim heykelimi" bu yüce Millet de güler yüzlü "Sayın Bakanımızın heykelini" dikseler yerindedir.
Unutulmamalıdır ki en hayırlı mal, en erken satılan maldır.
Şükürler olsun ki satılanlar listesine şimdilik o son maddeyi dâhil etmedik.
***///***

Mehmet Şükrü Baş 16.02.2006 Elazığ Nurhak Gazetesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder