MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
HAZAR’DAN SİMAV’A
09.10 2006 tarihinde, bu sütunda “Güle Güle Sayın Kaymakam” başlığı altında bir yazı yazıyor ve o yazıda Sivrice Kaymakamı iken Simav Kaymakamlığına atanan Sayın Samet Ercoşkun için ‘Güle güle Sayın Ercoşkun, yolunuz açık olsun. Sizi asla unutmayacağız. Siz gönüllerimizde yer edip, iz bıraktınız ve siz hep gönlümüzde, hep kalbimizde kalacaksınız. Sizi çok özleyeceğiz.” Diyorum.
***
Mayıs 2008 yılına gelindiğinde Simav’da yapılan şiir etkinlikleri için davet alıyoruz. Elazığ’dan bir kısım gönül adamı, doluştuğumuz minibüsle “Ver elini Simav” diyoruz. Uzun bir yol, meşakkatli bir yolculuk; ama hepimizin gönlünde bir sevgiliye kavuşma arzusu var. Hepimiz çok sevdiğimiz sevgili kaymakamımıza doğru koşar adımlarla gidiyor, on sekiz saatlik bir yolculuktan sonra bir gece yarısı Simav’a giriyoruz. Sayın Ercoşkun’un bu kez Simavlıların gönlünde yer ettiğini görüyoruz.
***
Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra etrafımıza baktığımızda Fırat Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Güldeniz Ekmen Ağiş’in tabiri ile “öldüğümüzü ve kendimizi cennette bulduğumuzu” zannediyoruz. Böylesine muhteşem bir doğa güzelliği ve Simav halkının sevecenliği adeta aklımızı başımızdan alıyor.
09 Mayıs 2008 Cuma günü hükümet meydanında başlayan kortej yürüyüşü ile kendimizi uluslararası hazar şiir akşamları etkinliklerinde görür gibi oluyoruz.
Önde Simav’ın sevgili kaymakamı, bürokratları, şairler, yazarlar, arkasında bu etkinliğe kol kanat geren gönül veren Simavlılar, öğretmenler, öğrenciler ilçe meydanındaki o muhteşem ay-yıldızlı bayrak altında el ele, gönül gönüle, bir Türkiye’ye ve bütün bir dünyaya birlik ve beraberlik mesajı veriyoruz.
Şairler okullarda öğrencilerle kucaklaşıyor, onlarla şiir üzerine söyleşi yapıyorlar. Şiirler okunuyor, öğrencilerin o muhteşem gösterileri izleniyor, paneller düzenleniyor ve şiirler terennüm ediliyordu.
***
İkinci günü Cumhuriyet Lisesi pansiyonunda bir kahvaltı yapıyoruz. Yeni Otel önünde hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Saat onu gösterdiğinde Beyce Kasabasına hareket ediyoruz. Beyce Kasabasına geldiğimizde kasabalıların yoğun sevgi gösterileri ile karşılaşıyoruz. Bütün kasaba halkı onlarca insanı ağırlamak, onları yedirip içirmek, onların rahatını temin etmek için adeta yarışıyorlar. Kasabanın belediye başkanı bizlerle birebir ilgilenme lütfunda bulunuyor, Türk insanının ne kadar misafirperver olduğunu ispat ediyor. Yurdun dört bir yanından ve yurt dışından gelen program dâhilindeki şairlerimiz şiirlerini okuyorlar. Sıra bendenize geldiğinde güzel ülkemin bu cennet beldesinde gördüğüm güzelliklerle ilgili bir şiir okumak geliyor içimden ve programımdaki şiirimi değiştirip “Ülkem” şiirini okuyorum ve bütün haziruna diyorum ki!...
ÜLKEM
Neyimiz eksik ki, bizim neyimiz,
Karadeniz, Marmara, inci gibi Ege’miz.
Hele el ele verebilsek ikimiz,
Bu ülke sana da yeter, bana da yeter.
Can kurban Kürdüne, Çerkezine, Lazına,
Bacım dedim, anasına kızına.
El ele akort verebilsek bu saza,
Bu türkü sana da yeter, bana da yeter.
Bu ülke bir bütün, aynı bedende bir can,
Bir ucunda Edirne, diğerinde Van.
Gönülden gönüle, olursak bir can,
Bu vatan sana da yeter, bana da yeter.
Hiç korkma, kurumaz Fırat’ın suyu,
Zonguldak’ın madeni, Niğde’nin boru.
Serhatlarda nöbette oldukça ordu,
Bu güven sana da yeter, bana da yeter.
Bu şanlı bayrağım, nazlı nazlı sallansa,
Dedemin kanıdır, rengi solmasa.
Tufanlar kopsa, gökler yarılsa,
Bu onur sana da yeter, bana da yeter.
***
Bu şiirimle bu ülkenin hakikaten bir cennet olduğunu, Simav’ın da bu tezi doğruladığını dile getiriyorum. Yurdum insanının böylesine etkinliklerle bir araya gelmesi, vatan ve bayrak sevgisi etrafında kenetlenmesi, bu doyumsuz havayı birlikte teneffüs etmesi ne mübarek bir hazdır Yarabbi?
Beyceliler kadını, kızı, erkeği hep el ele, gönül gönüle kendi elleriyle pişirdikleri yemekleri misafirlerine ikram etme yarışındalar. Yemeklerimizi yedikten sonra çaylarımızı yudumluyor, sırası gelen şairlerimizin birbirinden güzel şiirlerini dinliyor ve onları hararetle alkışlıyoruz.
Doyumsuz bir doğa, sımsıcak insanlar, Türk’e özgü ikramlar insanın aklını başından alıyordu. O günün akşamında Elazığ Belediyesi Folklor Ekibi ve Halk Müziği Korosu Simavlılara unutamayacakları bir müzik sunumunda bulundular ve salonu tıklım tıklım dolduran Simavlıların ve dışarıdan Simav’a gelen şairlerin takdir ve alkışlarını aldılar.
***
Buradan hareketle Hisarbey Kasabasına geldik. O muhteşem doğaya renk katan çınar ağaçlarının gölgesinde Belediye Başkanı, gönlü güzel insan Mehmet Çetin’in ikramı olan çaylarımızı yudumladık.
Akşam ikinci etaptaki şairlerimizin, Agua parkında şiirlerini okumaları vardı. Belirlenen saatte oraya gittik. Ancak insanı titreten bir soğukla karşılaştık. Bir ilçede olması hayal dahi edilemeyecek kadar güzel olan bu parkta birkaç şair şiirlerini dillendirdikten sonra kapalı bir mekâna kaçtık. Burada geri kalan şairlerimizi ve Esat Kabaklı konserini dinledik ve geç saatte kalacağımız yere varabildik.
***
Çitgöl Kaplıcalarında kalıyoruz. Tertemiz bir mekân, güler yüzlü insanlar. Her akşam ve her sabah kaplıcanın sıcacık sularına giriyor, şifa niyetine yunuyoruz. Buraları gördükten sonra turist olarak Avrupalara gidenleri anlamakta zorlanıyorum. “Acaba dünyada buralardan daha güzel, daha güvenli yerler var mı?” sorusunu sormadan edemiyorum.
***
Gezimizin üçüncü gününde Simav’a epeyce uzak Kiçir Köyüne gidiyoruz. Sabah kahvaltısını orada yapacağız. Güzelliğine doyum olmayan bir coğrafyada muhteşem güzellikler arasında yol alıyoruz. Derken Kiçir’e vardık. Burada normal bir kahvaltı yapacağımızı sanıyorduk. (Bir köyde park olur mu diye sormayın.) Köyün kocaman parkına girdiğimizde onlarca kadının kahvaltı hazırlamakta olduğunu gördük. Kimileri yufka açıyor, beşi onu pişiriyor, beşi onu yağlıyor, beşi, onu gelen misafirlere ulaştırıyor. Bir taraftan demlenen çaylar, bir taraftan kaynatılan sütler, bir taraftan hazırlanan lezzetine doyum olmayan Çerkez tavukları kazanlarda kaynıyordu. Börekler hazırlanıyordu. Açık söylemek gerekirse ömrümüzde görmediğimiz bir güzelliği yaşıyorduk.
Daha sonra köy meydanına gittik. Topluluk büyücek bir çember oluşturdular. Hazır olan ses düzeni kontrol edildi ve Esat Kabaklı, o doyumsuz ve gür sesiyle o kalabalığa öylesine müthiş bir müzik ziyafeti çekti ki anlatılması mümkün değil.
***
Kiçir’den Simav’a döndüğümüzde saat 14’ü gösteriyordu. Topluca Simav Belediyesinin yaptığı toplu sünnete (Büyük Hayır) katıldık. Toplu sünnet deyince öyle sıradan bir hayır etkinliği kabul etmeyin. Burada 1970’lerde meydana gelen bir depremden sonra fasılasız her yıl yapılan bu faaliyetin her birinde dört ton et, iki buçuk ton bulgur, yedi kazan helva ve kazanlarca hoşaf tüketiliyor. Burada çalışanların hepsi gönüllü. Kimi ateşe odun atıyor, kimi su getiriyor, kimi helva karıştırıyor, kimi konuklara çay ikram ediyor, kimi servis yapıyor ve kimi bulaşıkları yıkayıp, etrafı temizliyor. Hepsi gönüllü, hepsi sevabına çalışıyor. Orada zengin-fakir, işçi-memur, köylü-şehirli, memur-amir ayırımı yok. Hepsi eşit, hepsi bir. Yemekler zayi olmasın diye her masada en az altı kişinin oturması gerekiyor. Dört kişi, beş kişi olunca altıncı kişinin gelmesi bekleniyor gelmeden yemeğe başlanmıyor. Biz de nasibimize düşen bu ikramla karınlarımızı doyurduk. Birlik ve dirliğimize, ülkemizin bölünmez bütünlüğüne dair dualar ettik.
***
Simav’ın idealist Kaymakamı Sayın Samet Ercoşkun şiir faaliyetini başlatırken yaptığı konuşmasında “ Hazar Şiir Akşamlarının bir okul olduğunu, kendisinin bu okulda okuduğunu” söylemişti. Her insan bir okulda okur; ama pek az insanımız okuduğu okulun ufuklarını sınır ötelerine taşıma başarısını gösterebilir. İşte Sayın Ercoşkun bu başarıyı göstermişti. Hazar Şiir Akşamları aynı atmosferle Simav Şiir Akşamlarına dönüşmüş, Simav’ın ufku uluslararası boyutlara taşınmıştı. Sayın Kaymakam öylesine kusursuz bir organize yapmıştı ki dışarıdan gelen her ilin şairlerine bir mihmandar vermişti. Elazığ kafilesini de beyefendiliğine, güler yüzüne, sevgi ve saygısına, misafir perverliğine ve aldığı eğitim ve kültürüne hayran kaldığımız Erhan Ertem hocamız ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müdürü Çetin Balamur beyler iştirak ederek, bu etkinliğe ne kadar önem verdiklerini ve bu konuda Sayın Kaymakama ne kadar yardımcı olduklarını ispat ediyorlardı. Esasen Sayın Kaymakamın ve ekibinin bir ilçeyi nasıl kucakladığını memnuniyetle görüyor ve onlar adına biz de seviniyorduk.
***
O gece Simav’da son gecemizdi. Sayın Kaymakamımız, yine bizleri yalnız bırakmadı. Akşam yemeğini birlikte yedik. Sabah olunca Özel Simav Nadir İlköğretim Okulunda Okul Müdürü Dindar Akgül ve Kaymakamımızın hazır bulunduğu sofrada sabah kahvaltısını yaptık.
Her güzelliğin bir sonu olduğu gibi "Simav güzellikler festivali”nin de sonuna gelmiştik. Yolcu yolunda gerekirdi. Minibüsümüze doluştuk. Günerkan Aydoğmuş ve muhterem eşine, Simav’ın sevgili Kaymakamına ve saygıdeğer eşine ve Simav’ın değerli eğitimcilerine ve Simavlılara veda ederek vede gönlümüzü orada bırakarak ayrıldık.
***
Yollar uzun olsa bile keyifler yerinde olunca her şey güzel oluyor. Hele kafilenizde Dr.Ahmet Tevfik Ozan gibi çok değerli bir gönül adamı ve hoşsohbet birisi olunca her şey daha doyumsuzlaşıyor. Yanımda her zaman olduğu gibi R.Mithat Yılmaz kardeşim vardı. Hemen yanı başımızda Muammer Aksoy, Faik Güngör, Bedrettin Keleştimur, Güldeniz-Fazıl Ağiş, Nazım Payam, kameramanımız Mehmet Kılıç, tabii ki bu işin uzmanı mihmandarımız ve mimarımız Şener Bulut. Minibüsümüz Kütahya-Eskişehir yolunu aşmış Ankara’ya yaklaşıyorduk.
Yorgunluğu olmayan bir yolculuktan sonra aracımız Elazığ’a girdiğinde saatler 06.30’zu gösteriyordu. Zevkle yapılan yirmi saatlik bir yolculuğun sonuna gelinmişti. Hiç birimizde yorgunluğun izleri dahi yoktu.
Güzel bir gezi yapmıştık. Çok değerli insanlarla ve şair dostlarla tanışma fırsatı bulmuş, doyumsuz güzelliklerle karşılaşmıştık. Bu geziyi, bu insanları ve bu güzellikleri umarım hiç kimse unutmayacaktır.
Bu güzellikleri bizlere yaşatan böylesine uluslararası bir faaliyete imza atan, gittiği her bölgenin ufkunu açan başta Sayın Kaymakamımız Samet Ercoşkun olmak üzere emeği geçenleri kutluyor ve alkışlıyorum.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 20 Mayıs 2008 Elazığ Nurhak Gazetesi ile
Mülkiyeliler Dergisinin Ocak 2009 sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder