1 Haziran 2010 Salı

937.YILINDA MALAZGİRT ZAFERİ -1-


MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

937.YILINDA MALAZGİRT ZAFERİ

Bir onurlu davet almıştık Muş valiliğinden. Ve bu davete icabet etmek üzere 25 Ağustos günü doluştuğumuz bir minibüsle saat 11 sularında Muş’un yolunu tuttuk. Kafilemizde Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Muhammed Beşir Aşan ile öğretim üyesi Hasan Özçam hocalarımızın yanında her zamanki kadim dostlarımız Şener Bulut, Bedrettin Keleştimur, R.Mithat Yılmaz, Muammer Aksoy, Faik Güngör, Zekerriyya Bican, Mahir Gürbüz ve Tuncer Sönmez vardı.

***

İlk molamızı Muş Valiliğinde verdik. Muş Valisi Erdoğan Bektaş’ın tatlı muhabbetini sıcak çayını yudumladık. Ve yolculuğumuz akşam saat 18 sularında Türk tarihinin yazıldığı, Türklere Anadolu kapılarının açıldığı o mübarek beldeye, Malazgirt’e vasıl olmamızla noktalandı.

Malazgirt’i hafızamızda yaşattığımız o tarihi unvana yakışan bir durumda göremedik. Sokaklar çör çöp içerisindeydi. Bu mübarek zafere gereği gibi bir hazırlığın yapılmadığı hemencik göze çarpıyordu. Kaldığımız Öğretmen Evinde gece yarısından sonra damla su yoktu. Dilim varmıyor ama bakımsız ve pislik içerisindeydi. Zar zor ettiğimiz sabahın ilk ışıklarında kalkıp suyu akan bir yer aradık ve bir camide elimizi yüzümüzü yıkama fırsatı bulduk.

Oysa bu gün bu ilçenin bayramıydı. Caddeler sokaklar pırıl pırıl her ev ve her iş yeri bayraklarla donatılmış, bütün ön hazırlıklar yapılmış olmalıydı. kaymakamlığı ile, belediyesi ile askeri ile, sivil toplum örgütleriyle, vatandaşı ile el ele,gönül gönüle tarihin hiçbir döneminde hiçbir yöreye, hiçbir topluma nasip olmayan bu kadar muhteşem ve mübarek bir zaferin kutlanılması en büyük bayramlardan biri olarak kabul görmeliydi.

Devlet vatandaşıyla,asker siville, öğretmen öğrencisiyle el ele, gönül gönüle vermeliydi.

Bu birliktelik sağlanamaz mıydı?

Elbetteki sağlanırdı!

Polislerin kovaladığı o yalınayak çocuklara bir çift ayakkabı, çocuk serisi kitaplarından bir iki kitap, ellerine birer çikolata veya birer dondurma verilseydi. O çocuklar bir eliyle çikolatasını yerken bir eliyle Türk bayrağını sallasalardı birkaç sene sonra burada bir Alparslan ruhu hâkim olurdu.İşte o zaman ihanetinde, teröründe tutunacağı hiçbir dal kalmaz tarihin karanlık derinliklerinde yerlerini alırlardı.

***

Sabah 08.30 da Kaymakamlık binasının önündeki anıtta başlayan tören alanına geldiğimizde halkla protokol arasında panzerlerden oluşan bir duvar gördük. Tören alanında üç tane panzer vardı. Otobüsler dolusu yüzlerce resmi ve sivil polis vardı. Bu gariplik nedir diye kendimizi sorgularken daha birkaç gün önce bu ilçemizde bir polis noktasına ihanet gruplarının açtığı ateş sonucu bir polisimizin şehit oluşunu hatırladık ve bu gün yapılacak tören için böylesine sıkı ve titiz bir önlemin alınmasındaki sebebi de anlamış olduk.

Yinede bu kadar sıkı bir önlemin alınmasına gerek olmadığı kanısına vardık. Çünkü saygı duruşunun akabinde istiklal Marşımızın okunması sırasında biraz evvel köşe bucak kovalanan bir kısım çocukların hele bunların içerisinde dokuz, on yaşlarında birisi vardı ki ayağında bir kara lastik üstü başı perişan saçları uzamış ayağındaki pantolonda sağlam yer yoktu. İstiklal Marşı okunur okunmaz çivi gibi olduğu yere çakılıp esas duruşa geçti masumca bakan gözlerini gönderdeki ay-yıldızlı bayrağa dikti ve bizimle birlikte İstiklal Marşını okudu.

Onun bu tavrı beni o kadar duygulandırdı ki gözlerimden birkaç damla gözyaşı sıralandı. Hemen yanı başımda şair ve yazar dostum R. Mithat Yılmaz vardı. Onunla göz göze geldim o da o çocuğun gönlündeki bayrak sevgisini anlamakta gecikmemişti. Bu durum Prof. Dr. Beşir Aşan hocamızın da dikkatinden kaçmamış olacak ki bana “Bunu köşende yazsana” dedi.

***

Malazgirt bir Çanakkale kadar, bir Sakarya kadar, bir Dumlupınar kadar mübarek, mübarek olduğu kadarda binlerce şühedanın şehitlik mertebesine erdiği Anadolu’nun mübarek bir bölgesiydi. Her karış toprağının altında bir şehit yatıyordu. Bu mübarek belde Türk’ün tarihten yok oluşunu değil var oluşu için Anadolu’ya açıldığı bir kapı idi. Bu topraklar fetih sonrası hanlar hanı Alparslan’ın muzaffer ordusuna Cuma namazını kıldırdığı yerdi. Bu kapı elbetteki kimliğine yakışır bir konumda olmak zorundaydı. Bu zorunluluk için her kurum ve kuruluş bu tanıtımda kendisini sorumlu görmeli, görevini kusursuz ifa etmeliydi. Ama ne yazık ki ben böyle bir çalışmayı ve hizmeti burada göremedim.

***

Bu gün burada Cumhurbaşkanı olmalıydı, Başbakan olmalıydı, Bakanlar olmalıydı.81 ilin valisi olmalıydı. Yüksek bürokratlar olmalıydı, tarihçiler film yapımcıları, sanatçılar olmalıydı.

Türk Cumhuriyetlerinin Cumhurbaşkanları, başbakanları olmalıydı.

Bugün burada yazılı ve görsel basın bütün imkânlarıyla hazır olmalıydı.

Hele hele Kültür Bakanı mutlaka burada olmalıydı. O gece burada konaklamalı fetih hazırlıklarına ev sahipliği yapmalıydı.

Bugün burası yeryüzünün en temiz bir ilçesi olmalıydı. Suları akan cadde ve sokakları pırıl pırıl insanları şen şakrak kapısı Anadolu’ya açılmış bir ilçe olmalıydı.

Bu gün burada bir şölen yapılmalıydı. Dünyada bir benzeri olmayan buram, buram tarih kokan, kahramanlık kokan, Türklük kokan bir şölen.

Zira Türk kimliğini burada kazanmıştır. Zaferlerin en büyüğü ve en anlamlısı burada yaşanılmıştır.

Şehitlerimizin altında serinledikleri bu mübarek topraklar, güngörmüş ovalar Türk tarihinin yazılığı ak sayfalar olmuştur.

Hepimize mübarek olsun, hepimize kutlu olsun.

(sürecek)

***///***

Mehmet Şükrü Baş///Elazığ Nurhak Gazetesi///29 Ağustos 2008 Cuma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder