28 Haziran 2010 Pazartesi

SUDE'NİN GÖZYAŞLARI





MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmetsukrubas@mynet.com

mehmetsukrubas.blogspot.com


SUDE’NİN GÖZYAŞLARI


Lise son sınıf öğrencisiydi Serap daha 17 yaşındaydı. Dershaneye gidiyordu, amacı doktor olmak, insanların yarasını sarmak dertlerine çare bulmaktı. Takvim yaprakları 08 Kasım 2009 tarihini gösterdiğinde belediye otobüsü ile evine gidiyordu. Beyni yıkanmış, ruhu satılmış bir kaç manyağın belediye otobüsüne attığı molotofla körpe bedeninin yüzde 40’ı yanmış kaldırıldığı hastanede beyninde ödem oluştuğundan yaşama veda etmişti.

Zavallı Serap!...

***

Pınar Akdağ 23 yaşındaydı. Çok sevdiği öğretmenlik mesleğine atanmış henüz görevine başlamamıştı. Önünde kocaman bir hayat vardı. Öğretmen olacak, nesilleri yetiştirecek ülkeyi aydınlıklara taşıyacaktı. Kanlıgeçit Jandarma Karakolunda görevli Teğmen Cumhur Akdağ’ın eşi idi. Lojmanın balkonunda oturuyordu. Lojman birden bire korkunç bir yaylım ateşine maruz kaldı. Tek suçu balkonda oturmaktı Pınar’ın. Ne olduğunu anlayamamıştı, içeri girmek istedi ve tam o sırada başından vuruldu. Hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı…

Zavallı Pınar!..

***

Buse Sarıyağ’da 17 yaşında idi. Oda Serap gibi lise son sınıftaydı. Onunda amacı subay olmak aziz vatanını, şanlı bayrağını korumaktı. “Ayağının tozu olabilme şerefi yeter bana” diyecek kadar bağlıydı atasına. 22 Haziran 2010 tarihinde Halkalı’da askeri personeli taşıyan servis otobüsüne bindi. Dershaneye gidiyordu “Kimsesizler Mezarlığı” adı verilen bir semte gelindiğinde uzaktan kumanda ile servis otobüsünde bir patlama oldu dört askerimizle birlikte Buse’mizde şehit oldu.

Zavallı Buse!...

***

Buse’nin al bayrağa sarılı körpe naaşı memleketi Elmadağ’a götürüldü. Üzerine duvak örtüldü. Tam o sırada bırakınız en katı yüreği en katı taşları bile eritecek bir feryat duyuldu. Bu feryat Busenin küçük kız kardeşi Sude’ye aitti. Sude’nin hıçkırıklar arasında “Buse nerede?... ablamı istiyorum” feryadı arşı alaya yükseldi, dalga dalga yayıldı yedi bölgeye!....

Bu hazin tabloya yürek mi dayanıyordu?... Buse’nin tabutuna örtünen bayrak ağlıyordu, duvak ağlıyordu, vatan ağlıyordu, vatandaş ağlıyordu. Sadece hayvanlarla, hainler ağlamıyordu.

***

Bu nasıl bir ihanet Allah’ım bu nasıl bir gaflet?..

Daha hayatlarının baharında, gönüllerinde bin bir umut, yüreklerinde sevgi ve sevda dolu Serap Eser’i, Pınar’ı ve Buse’yi acımasızca katleden Sude’yi hıçkırıklara boğanlar kimlerdi?

Bu körpe canları alanlar asla ve asla Türk olamazlar. Çünkü dünyada hiçbir Türk’ün kanı bu kadar kirli ve bu kadar bozuk olamaz.

Bunlar Müslüman’da olamazlar Çünkü hiçbir Müslüman bu kadar sebepsiz, bu kadar kolay ve bu kadar alçakça can alamaz.

Bunlar bırakınız insanı hayvan bile olamazlar. Çünkü Hiçbir hayvan bu kadar canavarlaşamaz.

Gidiniz balta girmemiş ormanlarda en vahşi canavarları, kan emen vampirleri, domuzları, çakalları, çıngıraklı yılanları tutunuz getiriniz Serap’ın, Pınar’ın, Busenin üzerine atınız kıyarlarsa namerdim.

Bunlara kıyılır mı?

Bunlara kıyanlara ad bulamıyorum.

Bunlar bırakınız insan olmayı, hayvan bile olamazlar. Çünkü hiçbir hayvan bu kadar canavarlaşamaz. Tarih boyunca hiçbir düşman, hiç bir millet ne Yunan’ı, ne Rum’u, ne Moskof’u bu kadar kahpece eylem yapmaz ve de yapamaz. Çünkü bu gibi eylemleri yapanlar ve yaptıranlar mertlikten, onurdan, şereften yoksun şerefsizlerdir, hainlerdir, sefillerdir.

İnsanlık kim, bunlar kim?

***

*28 Haziran 2010 Malatya Hakimiyet,

*29 Haziran 2010 Elazığ Nurhak gazetelerinde yayımlanmıştır.

BU TRT KİME BAĞLI?...








MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ


BU TRT KİME BAĞLI ?...

Daha geçen hafta hain bir saldırı sonucu 11 Mehmetçiğimiz şehit olmuş 14 Mehmetçiğimizde yaralanmıştı.

Al bayraklara sarılı 11 tabut yedi bölgenin tümüne gönderilmiş ocaklara ateş düşürmüştü.

Üzerinden bir gün geçti bu kez terör çirkin ve iğrenç yüzünü İstanbul’da göstermişti. Dört askerimiz ve üniversite sınavına girecek olan genç bir kızımız şahadet şerbetini içmişlerdi. Bugün verdiğimiz beş şehitle dün verdiğimiz on bir şehidi yan yana getirdiğimizde 16 şehidimizin varlığı ile yanıp kahrolduk. Bu hain saldırılar karşısında milletimiz bir matem içerisindeydi. Çünkü analar, babalar ağlıyor, eşler yavuklular ağlıyordu.

İstanbul Halkalı’da yapılan o çirkin eylemde dört askerimizle bir genç kızımızın can vermesi ise her şeyin tuzu biberi oluyor, gözü yaşlı, bağrı yanık milletin gözyaşları arşıâlâya çıkıyor, Anadolu’ya yayılıyordu.

***

Aynı gün; 23 Haziran Çarşamba günü saat 10.oo.

Televizyonu açıyorum. Özel kanalları hızla geçiyor devletin televizyonudur, ciddi, duyarlı ve sorumlu bir kanaldır zannıyla burada karar kılıyorum.

Hay karar kılmaz olaydım.

“Çeyiz Sandığı” adındaki bir program adeta bu ülkenin kanalı değilmiş gibi, bu ülkede yaşanılan acıları görmemiş, duymamış gibi bir atmosfer içerisinde iki günde verdiğimiz 16 şehidin kemiklerini sızlatırcasına vur patlasın çal oynasın gafleti içerisinde idi. Stüdyoda neşeli türkülere tempolar tutuluyor, göbekçikler atılıyor, kahkahalar gırla gidiyordu.

Sanırsınız Kübana pavyonuydu.

***

Bir an, bir ulus bu kadar duyarsız olabilir mi diye düşündüm. Düşünmeden öte yüreğime kadar irkildim. Bu ne saygısızlıktı, bu ne pervasızlık, bu ne duyarsızlıktı?

Bir tarafta Sude’nin gözyaşları diğer tarafta Soyman’ın kahkahaları.

Merak ettim bu TRT hangi bakanlığa, hangi bakana bağlı diye?

Bu kurumun başındakilerde şehitlerimize saygı gibi bir nezaket, Türk milletinin acısına ortak olacak bir duygusallık ve duyarlılık yok mu? Diye…

***

O anda TRT’nin duygusallıkta üzerine olmayan, üzücü bir şey gördüğünde gözyaşlarına boğulan Bülent Arınç’a bağlı olduğunu anımsadım. O Bülent Arınç’ki başbakan kürsüde konuşurken bile saçlarına düşen akları ta oturduğu yerden fark edecek kadar duygusal bir kişi. Yine o Bülent Arınç’ki başbakanımız için “Vah civanım vah aslanım” diyerek gözyaşlarına boğulan kişi. O Bülent Arınç’ ki başbakan her kürsüye çıktığında “Seni ne hale getirdiler, saçına aklar düşmüş, gözlerin çukura düşmüş, ince narin belin gün çiçeği gibi bükülmüş” diyerek gözyaşlarına boğulan kişi.

Bu kadar duygusal, bu kadar hassas olan o Bülent Arınç’ki başbakanımızın saçlarına düşen aklara ağlıyor da toprağa düşen 16 şehidimize nasıl ağlamıyor? Nasıl oluyor da idaresindeki bir kurumun gözle görünen duyarsızlığını görmüyor?..

Merakımıza mucip oldu.

Her ne ise bizim kimsenin gözündeki yaşlara, gönlündeki duygulara karışacak halimizde yok, hakkımızda yok. İsteyen ağlar, isteyen göbek atar. Biz dilimize sahip olalım.

Münafıklığın âlemi yok.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 28 Haziran 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi

21 Haziran 2010 Pazartesi

BİRGÜNDE ON DÖRT YARALI, ON BİR ŞEHİT











MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

mehmetsukrubas.blogspot.com

BİRGÜNDE ON DÖRT YARALI, ON BİR ŞEHİT

DAHA NEYİ BEKLİYORUZ?...

Senenin 365 günü biri biriyle konuşmayan bir karı koca sonunda ayrılmaya karar verirler. İlgili mahkemeye dilekçelerini verir, davalarını açar, hâkim karşısına çıkarlar.

Hâkim kadına “Neden eşinden boşanmak istiyorsun” diye sorar. Kadın “Bir yıldır eşimle konuşmuyoruz da ondan hâkim bey” cevabını verir bu gerekçe ile boşanmasını talep eder.

Hâkim bu kez erkeğe döner “Neden koca bir yıl eşine tek bir kelime söylemedin onunla konuşmadın?” sorusunu yöneltir.

Adam hiç düşünmeden cevap verir “Muhterem hâkim karımın lafını kesmek istemedim de” ondan cevabını verir.

***

İşte biz buyuz. Bizim gerçeğimiz budur. Yerli yersiz konuşuruz, Bilsekte konuşuruz, bilmesekte konuşuruz. Bu yüzden nerede çok konuşan, nerede boş konuşan varsa onları bulur, onların peşine düşer gideriz.

***

Otuz yıldır süre gelen on binlerce masum insanlarımızın, on binlerce kınaları kuzularımızın, on binlerce polisimizin, öğretmenimizin şahadeti ile çirkin emelini sürdüren terör örgütü PKK son günlerce iyicene gemi azıya aldı. İki gün önce on bir şehit verdik. Acil şifalar dilediğimiz on dört tanede yaralımız vardı.

Ocaklara ateş düştü.

Vatan ağladı, millet ağladı

İktidar konuştu, muhalefet konuştu, asker konuştu, sivil konuştu.

Çoğu konuşmaların içi de bom boştu. “ Kanları yerde kalmayacak, askere uzanan eller kırılacak, failleri bulunacak, hesabı sorulacak” gibi millete gına gelen içerisi bom boş olan sözlerdi bunlar. Zaten konuşulanların içi dolu olsaydı bu millet bu kadar kahrolmaz, bu millet bu kadar ağlamazdı.

Zavallı millet!...

***

Bu milletin göz bebeğinde Türk Silahlı Kuvvetleri vardı. Bu millet peygamber ocağı dediği bu ocağa tek ocak umudunun başını kınalayarak gönderir bir zaman sonra kapısına al bayrağa sarılı şehidinin cenazesi geldiğinde gözyaşlarını içine akıta akıta “Vatan sağ olsun” der.

Hiç birisi hiçbir komutana görevinizi neden yapmıyorsunuz. Araçsa aracınız, paraysa paranız, imkânsa imkânınız, askerse askeriniz var neden başbakanının deyimi ile yan gelip yatıyorsunuz?...

Neden hep bizim çocuklarımız niye bu kadar şehit içerisinde bir paşanın bir bakanın, bir bürokratın çocuğu yok, kardeşi yok, yeğeni yok, damadı yok demez.

Neden bütün şehitler milletin çocukları da vekillerinin değil demez.

Bu millet sadece vergi verir, şehit verir. Söz söyleyemez, laf diyemez

Zavallı baba, zavallı anne, zavallı millet!..

***

Söylemler söylenir iktidar konuşur, muhalefet konuşur, genelkurmay konuşur. Dost konuşur, düşman konuşur, PKK’lıdan daha etkili yazarçizer konuşur, İmralı’daki cani bile konuşur. Sadece hak konuşmaz hukuk konuşmaz. Hakkın ve hukukun konuşmadığı bir ülkede de ise haliyle meydanlar boş bırakılır. Boş bırakılan bu meydanları da gafiller doldurur, hainler doldurur, caniler doldurur, itler, köpekler doldurur.

***

Şimdi biz bir birey olarak diyoruz ki!

Yeter artık. Bıçak kemiği deldi geçti. Ne yapacaksanız yapınız. Kapısında el pençe divan durduğumuz Avrupa Birliği’nin, dost mu düşman mı olduğu belli olmayan ABD’nin isteklerinden, tavsiyelerinden önce ülke bütünlüğümüz neyi emrediyorsa onu yapınız. Ne pahasına olursa olsun birliğimizi dirliğimizi sağlayınız. İktidar, muhalefet, genelkurmay bir araya geliniz. Sen-ben kavgasına girmeden ortak bir kararda buluşunuz.

Askerse büyük bir orduya, yasaysa yasaya, paraysa paraya her türlü imkâna sahipsiniz. Neden sadece konuşuyorsunuz?.. Ülke kan kaybediyor, ocaklara ateş düştü, millet ağlıyor. Allah peygamber aşkına, siz ne yapıyorsunuz? İktidar olarak, muhalefet olarak, asker olarak, bürokrat olarak sadece konuşuyorsunuz.

Bugün biz kapımızdaki korkunç tehlikeyi görmeyecek kadar Ulu Önder Atatürk’ün deyimi ile gaflet ve dalalet içerisindeyiz. Bir an önce uyanmalıyız bu kış uykusundan. Lütfen uyanalım, yan gelip yatmayalım, Allah aşkına, vatan millet aşkına ne yapacaksak yapalım.

Daha neyi bekliyoruz?..

***///***

Mehmet Şükrü Baş 21 Haziran 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi

17 Haziran 2010 Perşembe

ŞAİR - ŞİİR VE ŞEHİR






AAA
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ









AKM'DE Şiirimi okurken




















AHLAT'ta Kümbet önünde





















Darende'de Somuncu BabaTürbesinde




















KONYA'da Mevlana Hazretlerini ziyaret




















Kültür Bakanımız Namık Kemal Zeybek'le



















MARDİN'de Suriye'ye bakış




















BAYBURT'ta Kale önünde
















PERTEK Feribotunda
















Şükrü Kacar, Güldeniz Ekmen Ağiş
ben ve Günerkan Aydoğmuş Keban Öğ.Evinde
















ERZURUM ATATÜRK KONGRE MERKEZİ
















Pertek Kaymakamlığı bahçesinde
















Ziya Çarsancaklı ve arkadaşlarla Manas'da yemek















MALATYA'LI Şair ve Yazar arkadaşlarla

















Diyarbakır Ulu Cami'de















Kapadokya'da şairlerle birlikte














Sergül Vural'la Kapadokya'da














Elazığ Misland'da Gazetecilerle birlikte
















Ayşe Paslanmaz'la birlikte...
















Abdullah Satoğlu,Yahya Akengin ve biz Nevşehir'de
















Muş Vilayet önünde
















Sandıklı'da Yunus Emre anıtı önünde
















Bekir Oğuzbaşaran, Nevzat Türkten Palu Kaymakamı,
ve Fazıl Ahmet Bahadır'la birlikte
















Arkadaşlarla AFYON-KOCATEPE'DE















Keban zirvesinde ben
















Kayseri Üniversitesi Rektörü ile














İstanbul 1984
















Kayseri Üniversitesinde














TRABZON'DA
















URFA'DA
















NEVŞEHİR VALİSİ OSMAN AYDIN İLE..
















SİMAV'DA Şairler yürüyüşü















SİNOP CEZAEVİ














937.MALAZGİRT ZAFERİNDE














33 şehidimizin anısa dikilen Bingöl yolundaki şehitlik anıtı
















ARAPKİR Kaymakamı ile birlikte
















AKGÜN OTELİ Önünde














ERZURUM Çifte Minare
















ESKİŞEHİR PORSUK










GÜMÜŞHANE


ŞAİR – ŞİİR VE ŞEHİR

67 senelik ömür güzergâhımda hiçbir şeyin şair kadar, şairin okuduğu şiir kadar şehirleri birbirine yaklaştırdığını, kaynaştırdığını görmedim.

Yaşlı bir adam oğluna nasihat ediyor: “Oğul” diyor. “Konuşacağın mekânda bulananların en az yarısı seni anlamıyorsa, seni desteklemiyorsa sakın ola ki o mekânda konuşma.” İşte ülkemizin çeşitli il ve ilçelerinde yapılan şiir festivalleri de böyle bir ortamdır. Okuyanlar dinlenir, okunanlar dinlenir. Hele ki bu faaliyetler edep içre yapılırsa damaklarda kalıcı bir lezzettir. Tadına doyum olmaz.

***

İlimizde yapılan 18.Uluslar Arası Hazar Şiir Akşamları da 18 yıldan beri süre gelen tümüyle olgunlaşmış, tümüyle edep içre olan, ünü yurt dışına taşan bir etkinliktir. Biz bu etkinliği şehirlerin birbirlerine yaklaşması, dostların buluşması, dostların kucaklaşması olarak değerlendiriyoruz. Aylar öncesinde onlara gönderdiğimiz davetiye ile o günü iple çekiyor, özlem duyulan bir kardeş gibi yollarını bekliyoruz.

Geliyorlar birer birer… Kimisi Ankara’dan, kimisi Afyon’dan, kimisi kahramanlar diyarı Maraş’tan, kimisi Tokat’tan… Geliyorlar birer birer… Kimisi Gaziantep’ten, İzmir’den, Kayseri’den… Geliyorlar Gümüşhane’den, Nevşehir’den, Salihli’den....

***

Ahmet Otman geliyor, Osman Baş geliyor, Talat Ülker geliyor, Mehmet Kara geliyor, şiirin duayeni Bahaettin Karakoç, destanlar şairi Fazıl Ahmet Bahadır geliyor. Şiirin hocası Bekir Oğuzbaşaran geliyor.

Ve bir duayen geliyor elinde tomar tomar dergileriyle… Eli öpülesi, Erciyes Dergisi sahibi Nevzat Türkten geliyor daha niceleri ile birlikte bu kutlu şölene. Okullara gidiliyor, paneller yapılıyor, şiirler okunuyor.

Nevzat Türkten, R.Mithat Yılmaz, Bekir Oğuzbaşaran, Fazıl Ahmet Bahadır, Metin Ahmet Kerküklü ile birlikte Elazığ’a 75 km. ötedeki Palu ilçesine gidiliyor. R.Mithat Yılmaz oturumu yönetiyor, Nevzat Türkten şiiri anlatıyor, Bekir Oğuzbaşaran ile Fazıl Ahmet Bahadır şiirler okuyor. Şiir okurken dinleyenler ağlıyor, öğrenciler ağlıyor, öğretmenler ağlıyor, ben ağlıyorum. Bu atmosfer içerisinde şairin duyguları şehirleri birleştiriyor, gönülleri birleştiriyor, milli duyguları galebe getiriyor.

***

Akşam oluyor, Ulu Önder Atatürk’ün “Doğunun Yalova’sı” dediği Hazar Gölü’ne. Şehrin valisi geliyor, şehr-i emini geliyor, millet geliyor, vekiller geliyor ve söz ustaları şairler geliyor o mavi iklime. Sahneye Kayseri’den gelen destanlar şairi Fazıl Ahmet Bahadır çıkıyor ve “Kastamonulu Şerife Bacı” diyor. Kurtuluş Savaşı’nda “Bizimle uğraşmayı bırakın kağnı kamyonu geçemez” diyen Komutan Franklin’in tezini yerle bir eden Şerife Bacı’ya yazılan destanlaşan şiirini okuyor bu güzel insan, güzel yurdumun bu güzel ilçesinde... Gönül tellerimizi titretiyor, gözlerimizi nemlendiriyor.

İnebolu Limanı’ndan

Kastamonu Kışlası’na yol gider.

Kamyonlarla yarışır,

Umut yüklü kağnılar

Dizilir, kol kol gider.

Kağnıların başında

Kimi genç, kimi yaşlı

Kimi ak tülbentli,

Kimi ak saçlı.

Öküzlere gah yalvaran

Gah kızan,

Gözlerinde inat

Yüreklerinde iman

Kadınlar yürür gider.

***

Ve Şerife Bacı gibi mübarek kadınlar destanlaşacak ki!....Bu yurt bize vatan olsun. Bu cennet vatanın bu cennet yöresinde, Hazar Gölü’nün efsunlu kıyısında şiirler, minarelerimizde ezanlar okunsun.

Bu şiirin devamını Şerife Bacı’nın hayatını ve şahadetini yarınki yazımda okuyabilirsiniz. Sağlıkla kalın esen kalın.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 17 Haziran 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi

10 Haziran 2010 Perşembe

ELAZIĞ MALATYA




















Darende Somuncu Babada




















Somuncu Baba'da






ELAZIĞ MALATYA

VEYA

MALATYA ELAZIĞ

EL - MA

PROJESİ





Malatya Belediyesinde




















Somuncu Baba'da


































Malatya Valisi Doç. Dr.Ulvi Sarar'la














EL-MA Projesi kapsamında valilik önünde
















Arapkir yolunda Elazığlı şair ve yazarlar














Malatya-Elazığ Şair ve yazarları ile














EL-MA programı
















Malatyalı şair kardeşim Sevim Emir ile














Malatya eski Belediye Başkanı Cemal Akın ile














Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır ile














İnönü Üniversitesinde













Malatya Belediyesi önünde

MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@kmynet.com

mehmetsukrubas.blogspot.com

ELAZIĞ – MALATYA

Bir şehir düşününüz lisanı bir, ihsanı bir olsun. Bir şehir düşününüz öz be öz kardeş olsun. İşte biz bu iki kardeş şehrin ortasındayız. Metreyle ölçülmüş gibi, cetvelle çizilmiş gibi tam ortasında.

Kömürhan Köprüsü’ndeyiz

Elimizde bir EL-MA bir yanı Elazığ, diğer yanı Malatya,

Üzerinde durduğumuz bu köprü kimilerine göre Harput’a bakıyor, kimilerine göre de Beydağ’ına,

Kimler geçmedi ki bu gönül köprüsünden?

Kâh Balakgazi selam gönderdi Battalgazi’ye, kâh Battal gazi selam gönderdi Balakgazi’ye. Dostluklar oluştu ölümsüz dostluklar, Kernek’te de yandı her akşam Elazığ’da yanan lambalar. Birlikte aydınlandı bu kutsal ışıkta Elazığlılar, Malatyalılar.

Malatya Elazığ bir kardeş şehir
Töresi bir, âdeti bir, örfü bir,
Ortasında akar ünlü bir nehir,
Havası bir, toprağı bir suyu bir.

Malatya Elazığ iki kan kardeş
Lisanı bir, ihsanı bir, dili bir.
Bir elmanın yarısı, bir ikiz kardeş,
Atası bir, töresi bir aşkı bir.

Malatya Elazığ bir şirin bölge,
Bayrağı, sancağı, flaması bir
Burada yetişir iki can nesil.
Şiiri bir, türküsü bir, maya bir.

Denilerek şiirselleştiriliyorsa bu iki şehir, bu iki şehrin her alanda attığı adımlar da, ekonomisi ve kültürel yapılanması da şiir gibi güzelleştirilmelidir.

Elazığ Malatya iki can şehir,
Her güzel şeyde rakip olurlar.
Bir de gurbette görün onları,
İki bedende bir can olurlar.

İşte işin özeti budur. Malatyalıda Elazığlıda bir elmanın yarısı, bir hanenin iki ferdi gibidir. Onlar el ele vermeli göz göze gelmelidir. Onlar bir bedende iki can olmalıdır. Bu hakikat ışığında her iki şehrin idarecileri, siyasetçileri, bürokratları, iş adamları, yazarları çizerleri bir araya gelmeli, birlik olmalı, dirlik olmalıdır. Çünkü her iki şehrin birlikte kalkınması yanında ülkemizin ve bölgemizin de bu birlikteliğe ihtiyacı vardır.

Selam olsun onlara, onların yaşadıkları mukaddes topraklara, selam olsun Malatya’ya!...

***///***

Mehmet Şükrü Baş 07 Haziran 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi