MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
SENİ BİR ANLAYABİLSEYDİK AZİZ ATATÜRK!
Adamın kafasını kırmışlar “Ah arkam diye” feryat etmiş. “Yahu arkadaş biz senin kafanı kırdık arkana vurmadık ki” demiş kafasını kıranlar. Kırılan kafasından akan kanlara aldırmayan mazlum “Benim arkam olsaydı siz benim kafamı kırabilir miydiniz?” diye cevaplandırmış sorularını…
Gün gelmiş biz de bu gök kubbede sahipsiz olduğumuzu anlamışız kafamız kırılmasa da gönlümüz kırılmış, gururumuz incinmiş. Başlamışız bir sığınacak yer aramaya ve 18 Mayıs 2006 tarihinde bu sütunda “AH ATATÜRK AH” başlığı altında bir yazıyı kaleme almışız. Tarih tekerrürden ibaret olacak ki o yazıya bu gün ihtiyaç duymuşuz.
İşte o yazıdan bazı satır başları:
***
“Her insan ömür denilen bu güzergâhta mutlaka kaybettiği bir değeri özlediğinde Ahhh………. Diye bir iç geçirir.
Kimisi ah gençliğim der. Kimisi ah o imkânlar elimde olsa da diye hayıflanıp durur. Kimisi Ah Babam der. Kimisi ah o günler der. Bu o kaybedilen değere bir özlemdir. Bu o kaybedilen değerin bir arayışıdır.
Ben de ülkemin içeride ve dışarıda aleyhine gelişen ve benim üzülmeme yıpranmama vesile olan her olayda AH ATATÜRK AH diye iç geçirir hayıflanırım. Ataya olan ihtiyacım öylesine kendisini gösterir ki. O Atatürk'ün olması için her iki gözümü seve seve kırpmadan vermesem Türklüğüm bana haram olsun derim.
***
O ulu önder Atatürk' ki Yüce Türk Milletine verdiği önemi bakın nasıl izah ediyor? Okursanız sizlerde benim gibi düşünecek aynı duygulara kapılacaksınız..
“Milletimi şimdiye kadar söylediğim sözlerle ve hareketlerimle aldatmamış olmakla gurur duyuyorum ." diyor.
***
Dönüp de ondana sonrasına baktığımızda vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz. Atatürk’ten sonra iktidar olanların bırakınız halkını kandırmamayı halkını kandırmak için yarıştıklarını görüyoruz. Basiretsiz idareleri ile ülkeyi üç sente muhtaç ettiklerini, ülkeyi kamplara böldüklerini görüyor, “verdimse ben verdim” içtihatları ile ülkenin bunalımlara götürüldüğünü “Yollar yürümekle aşınmaz” denilerek halkın sokaklara döküldüğünü, “Benim memurum işini bilir” denilerek ülkenin yozlaştırıldığını, yoksulluk ve yolsuzluklar ülkesi haline getirildiğini, dinin siyasete alet edildiğini, din iman bezirgânlığı yapılarak halkın kandırıldığını, görüyoruz. Bunların oluşumu ile ülkenin içinden çıkılmaz bir hale getirildiğini ve aralıklarla ihtilallere ve ihtilal gibi muhtıralara sebebiyet verildiğini görüyoruz. Ülkenin dışarıdaki itibarını yüceltmek yerine ülkemizin ispiyonlandığını ve yabancılara şikâyet edildiğini, ülkeme ve şehitlerime iftiralar atıldığını en yetkili ağızlardan duyuyoruz.
“Aç-kapa” sistemiyle mantar gibi türeyip akabinde Anayasa Mahkemesince kapatılan ve yeniden açılan partilere yeni yeni liderler arasak ta ne yazık ki Atatürk’ün dehasında, Atatürk’ün görüşünde onun devlet, hükümet ve siyaset adamlığındaki vakariyetinde bir lidere sahip olamıyoruz.
İşte o zaman oturup başımızı iki elimizin arasına alıp “Ah Atatürk Ah” demekten başka çare bulamıyoruz.
“Ah Atatürk Ahhh” diyoruz.
***
Bir röportajda "Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?" diye sorulduğunda, Ulu Önder Atatürk: "Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz".diyor. BM yasasını değiştirerek Türkiye Cumhuriyetini ilk davet edilen ülkeler arasına alıyor. Bu da o dönemdeki Türkiye Cumhuriyetinin uluslar arası düzeydeki bulunduğu yeri ve önemi gösteriyor.
***
İşte size Atatürk’le ilgili dâhili ve harici devlet ve siyaset adamlığı vasıflarını gözler önüne seren iki gerçek hadise. İsterseniz kesip başucunuza koyunuz başınız sıkıştığında açıp bakarsanız ve banim gibi “Ah Atatürk Ah” diyerek iç geçirir, ah çekersiniz. Çünkü elimizden başkaca bir şey gelmiyor.
Ne olurdu o aziz Atatürk’ü bir anlayabilsek onun yolunda sapmadan yürüyebilsek, onun kadar ileriyi görebilseydik ve bu hallere düşmeseydik.
İşte o zaman ne ah çeker, ne vah çekerdik.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 08 Temmuz 2008 Elazığ Nurhak Gaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder