30 Mayıs 2010 Pazar

ATATÜRK VE MİLLETİN EFENDİSİ-3











MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ




















ATATÜRK VE MİLLETİN EFENDİSİ-3

(Dünden devamla)

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"
"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim! Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler."
"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla."
Halil Ağa birden diklendi. Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk' ün gözlerinin içlerine bakarak konuştu:
"İşte bunu demem Paşam!" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"
Atatürk gülmeye başladı:
"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam. 'Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını
kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek.' demiştin."
Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Taş kesilmiş, duruyordu. Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:
"Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim." dedi.
"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa! Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet. Yani, biri başbakan, ötekiler de bakan. Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen sıvanırlar, İsviçre' den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe' ye çevirtirler, sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi' ne. Bu Millet Meclisi dediğim, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir.
Bunlar da 'Hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok.' derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa'nın öküzünü çeker, satar. Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda. Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa! Sen benim yerimde olsan, efkâr dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der."
Halil Ağa'nın dili çözülmüştü:
"Öyle diyen yok, hâşâ! Dinden çıkmak gibidir. Buldu mu bunu hacısı da içer, hocası da içer."
Atatürk sordu:
"Peki, sen de içer misin?"
"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam? İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!"
Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini Halil Ağa' ya uzattı:
"Hadi bakalım Halil Ağa!" dedi. "Sağlığına içelim."
Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık düşürsün." dedikten sonra edeple başını kenara çevirdi, eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:
"Yunan'ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki. Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem."
Halil Ağa Atatürk' ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk' ün ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı.
"Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun! Gayri bana izin, koca Paşam!"
"Yemek yemedin!"
"Yemek kolay. Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."
Atatürk Nuri Conker' e işaret etti.
Nuri Conker kalkıp Halil Ağa'nın yanına geldi. Kalktı Halil Ağa, önce Atatürk'ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:
"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu. Şimdi bu adam milletin karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!"
Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk' ten ayıramıyordu:
"Halil Ağa'nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nın öküzünü satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız. Böyle bir kanun yaptıksa, memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul'da geçiyor. Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var. Acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!"
***
İşte işçisini, köylüsünü, memurunu azarlamayan; köylüsüne “Efendim!” diyen ve köylüsünün önünden ayağa kalkan bir Cumhurbaşkanı, bir başkomutan, ülke insanını baş tacı eden büyük bir lider, “Bir Türk dünyaya bedeldir.” diyen o yüce insan, bir ülkeyi dört yanından sarılı bir ateş çemberinden kurtaran ve o millete Cumhuriyeti sunan büyük devlet ve siyaset adamı.
Şimdi anladınız mı Ata’ya olan kara sevdamı?
Ne mutlu onun yolundan gidenlere, ne mutlu onu sevenlere.
Ve ne mutlu TÜRKÜM DİYENE!
***///***

Mehmet Şükrü Baş 09 KASIM 2006 Elazığ Nurhak Gazete

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder