Lotoğlu Gazi dedem YAKUP AĞA'nın aziz hatırasına
***///***
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
IŞIĞI YANAN EVLER
(Prof. Dr Saffet Solak’ın bir anısı)
Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım
yere Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim,
bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir
Olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.
Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.
Bir müddet daha geçti yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacı anneye sıkılarak:
Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor? Dedim.
Hacı anne:
Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?
Hacı anne:
Hayır, evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte,
Yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulamazsa, sokakta kalır. Buraların
yabancısı biri geldiğinde, “Işığı yanan bir ev” bulsun diye bekliyoruz.
Konya Ovasında, ya da bir başka yerinde Türkiye’nin, trenden inen
yabancılar için Işığı yanan evler yerinde hâlâ duruyor mudur?
Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam
ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar
yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler?
Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden
güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin
Doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.
Şair öyle diyordu:
Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler.
Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler? Onları
ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel
yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?
(Prof. Dr. Saffet Solakın bir hatırası.)
VE BİZDEN BİR ANI
Yıl 1950 ler yer Gökçe (Lotoğlu) köyü. O dönemlerde yokluklar hâkim elektrik yok, yol yok, vasıta yok, tabiri caizse üstte yok başta yok. Ramazan günlerinde 9–10 haneden müteşekkil köyümüzde cami yok imam yok. Evimizin üst katında büyücek bir odamız var teravih namazını rahmetli babam kıldırıyor. Ben o tarihte 9–10 yaşlarında bir ilkokul öğrencisiyim. Öğrenimimi Elazığ’da yapmakta ancak tatillerde veya Cumartesi Pazar günlerinde köye gitmekteydim.
Dedem Lotoğlu - Gökçe köyünden Yakup ağa nenemin pişirdiği yemekler sinilere konulduğunda beni sofradan kaldırır “Git oğul bak bakalım köyde yabancı var mı? Yolcu var mı” derdi. Ben zoraki de olsa köyün etrafına bakar kimseleri göremez eve gelir “Yok dede kimse yok derdim” bunun üzerine yemeklere kaşıklar sallanır karınlar doyurulmaya çalışılırdı.
Biz bu alışkanlıkla büyüdük ama ne yazık ki bu alışkanlığımızı idame ettiremedik. Buna da yanar kahrolurum.
İşte Sayın Saffet Solak’ın hatırasını okuduğumda bunlar aklıma geldi ve kendi kendime bir soru sordum.
Bu kültürümüze ne oldu? Misafirperverlik, yardımlaşma duygularımızı kimler gasbetti? Ve hangi ortam bizleri “Kendin pişir kendin ye” ortamına itti.
Ne yaptık ki Türkün bu güzellim özelliği kaybolup gitti.
Kısacası bize ne oldu? Biz ne düğü belli olmayan hangi kültüre hizmet etmekteyiz.
Bu kaybımızı ne zaman ve nasıl telafi edebileceğiz?
***///***
Mehmet Şükrü Baş 20 EKİM 2006 Elazığ Nurhak Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder