30 Mayıs 2010 Pazar

AĞLAMA ÇOCUK
























MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ


AĞLAMA ÇOCUK!

























On Kasımlar, bu ülkenin her yerinde olduğu gibi yüreğimizde de matem günüdür. O gün bizim yaslı günümüz, o gün bizim gamlı günümüzdür. Çünkü o gün dünya devletlerinin “hasta adam” olarak kabul ettiği bir devletin yeniden canlanması, canlanmadan öte şaha kalkması ve bir dünyaya tarih dersi, kahramanlık dersi, insanlık dersi veren bir büyük liderin milletini öksüz bıraktığı gündür.
O gün bizim matem günümüz, yas günümüzdür.
***
İşte böyle bir 10 Kasımda güzel yurdumuzun ücra bir köşesinde bir ilköğretimde öğretmen ve öğrencilerin hazırladığı bir piyes köylülerinde davetli olduğu sınıfta hiç olmayan imkânlarla sahneye koyuluyordu.
Sınıfın bir köşesine konulan bir divanda Atatürk rolündeki, Atatürk’ün öğretmeni boylu boyuna yatıyordu. Etrafında yaverleri, doktoru, siyaset arkadaşları rolüne bürünen öğretmen ve öğrencileri yer almışlardı.
Tarih 10 Kasım, saat 08.30’u gösterirken perde açılıyordu.
***
Atatürk’ün milletine olan sevgisi ile dolu bedeni boylu boyuna divanda uzanıyordu. Yanı başında bulunan doktoru ha bire tedavisi için gereken tavsiyelerde bulunuyor ise de Atatürk yanındaki Fevzi ve İsmet Paşalarla ülkenin dâhili ve harici meselelerini konuşuyordu. Hastalığı bütün vücudunu kavuruyor, o bu konuda ne doktorundan ne yanı başında bululanlardan bir istekte bulunmuyordu. Bir ara gözleri yanı başındaki öğretmene kaydı, eliyle kendisine yaklaşmasını istedi. Öğretmen, Atatürk’e yaklaştı. Öğretmene “Bak öğretmenim!” dedi kısık bir sesle. “Yeni nesil sizlerin eseri olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti sizin eserlerinizle ilelebet payidar kalacaktır. Onun için bu gençleri eğitiniz. Onlara Cumhuriyetin temel niteliklerini ve de nimetlerini izah ediniz. Onları hurafeden, onları cehaletten, onları karanlık düşüncelerden, onları gaflet ve delaletlerden koruyunuz. Onların ruhunda sönmeyen bir ışık yakınız. Bu ışık etrafınızı öylesine aydınlatsın ki bu ülke asla ve asla bir daha karanlıklarda kalmasın.” dedi.
***
Duvardaki saat sanki garip bir durum varmışçasına çalışmak istemiyordu. Buna rağmen zamanı durdurmak elbette ki mümkün değildi. Yelkovan ve akrep tam dokuzun üzerinde adeta titriyordu.
Atatürk güçlükle nefes alıyordu. Bir kez daha etrafına bakındı. Etrafındakilere
Ben bir ömür boyu milletimi aldatmamakla iftihar ediyorum.” diyebildi. Hakikaten o milletini bırakın aldatmayı başına taç yapmıştı. Köylüyü milletin efendisi saymıştı.
Bu sırada bir öğrencinin hıçkırıklarını duydu. Öğrencinin elinden tutup son bir güçle kendine çekti ve ona “Ağlama çocuk.” dedi.
“Ben sizi ağlatmak için düşmandan kurtarmadım. Ben, bu ülkeyi sizler ağlamayasınız, hür düşünesiniz, hür yaşayasınız diye kurtardım. Ben bu topraklara düşman çizmesi basmasın diye düşmanı denize döktüm. Bu yüzden ağlama çocuk, ağlama. Sen ağlama ki gelecek nesillerde ağlamasın” dedi.
Artık nefes alamıyordu. Bütün gücünü, kuvvetini, enerjisini bu ülkenin kurtuluşuna harcamıştı. Yedi düvelle savaşmış, karlar üzerinde yatmıştı, yaralanmıştı, hastalanmıştı.
Yeniden yaverine döndü,
Saat kaç çocuk.” dedi.
Yaveri duvardaki saate baktı. Tam dokuzu beş geçiyordu ve saat durmuştu.
“Dokuzu beş geçiyor paşam.” dediyse de Atatürk bu sözleri duymadı. Sağ elinin işaret parmağı Akdeniz’i gösteriyordu. Mavi gözleri masmavi Akdeniz’e bakar gibiydi.
Sınıfta bir hıçkırık tufanı koptu. Öğretmeni, öğrencisi, köylüsü hıçkırıklara boğulmuş ağlıyorlardı.
Atanın ölümü köyde bir matem oluşturmuştu. Okul bahçesindeki bayrak yarıya indirilmişti. Atatürk “Size ölmeyi emrediyorum!” dediği 253 bin Çanakkale şehitleri, kınalı kuzular tarafından coşkuyla karşılanırken geride bıraktığı ulusu hıçkırıklara boğulmuştu.
Bir millet ağlıyordu!

***///***
Mehmet Şükrü Baş 10 Kasım 2008–10 Kasım 2009 Elazığ Nurhak Gazetesi

1 yorum:

  1. ATAMA DİL UZATAN, BABAM OLSA HAŞLARIM
    BAKMAM GÖZÜ YAŞINA "ŞEYTAN" DEYİP TAŞLARIM.
    BENİM İÇİN MUKADDES "BAYRAK-VATAN VE ATAM"
    YA HAİNDİR YA CAHİL BUNLARA DİL UZATAN.

    Mehmet Şükrü Baş - ELAZIĞ

    YanıtlaSil