MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
Gazeteci - Yazar
Elazığ Nurhak Gazetesi Yazarı
ATATÜRK VE MİLLETİN EFENDİSİ-2
(Dünden devamla)
Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk' ten yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omzuna elini koyarak;
"Senden hoşlandım Halil Ağa." dedi.
"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
Vatandaşsın ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma, ara!"
Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.
"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet Baba' ya borçtur. Ödenmesi gerek. Otomobil hareket etti. Atatürk' ün canı sıkılmıştı.
"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!" dedi. Dönüş yolunda Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.
"Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor. Hâlâ da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu millet!"
Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:
"Şimdi" dedi: "İstanbul' da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini telefonla bulacaksın! Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile İsmet Paşa'yı bul, onlara da haber ver."
Yaver odadan çıktı.
Atatürk, Nuri Conker' e döndü:
"Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa' ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana öküz alıverecek.' diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya."
O akşam Atatürk' ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar,
Milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'dan oluşan yirmi beş
konuk vardı. Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek." dedi. "Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."
Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk' ün kulağına bir şeyler söyledi.
Atatürk "Buyursun!" dedi.
Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı. Arkasından tüm konuklar da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu;
"Hoş geldin Halil Ağa!" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:
"İşte beklediğimiz, Efendimiz." dedi.
Nuri Conker, Halil Ağa' yı Atatürk' ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker'le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa'yı bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle dedi:
" Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım. Halil Ağa da orada bana söylediklerini
olduğu gibi tekrarlayacak."
Halil Ağa' ya döndü:
"Bak beri, Halil Ağa!" dedi. "Sen bu akşam benim başmisafirimsin. Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım; ama şimdi ben tarlada sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen
tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:
“Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?"
Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk' ün ayağına kapanacak oldu.
Atatürk önledi:
"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."
Soru- cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:
"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?"
Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa'nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu. Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:
"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki?"
"Olmadı bu, Halil Ağa. Bana dediğin gibi, dosdoğru."
"Böyle demedik mi beyim?"
"Ya, ben mi yanlış anladım? Dur soralım bakalım Nuri' ye. Nuri, böyle mi dedi bize Halil Ağa?"
Nuri Conker karşılık verdi.
"Hayır Paşam!"
"Gördün mü? Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali neden duymazmış? Aynen bana söylediğin gibi söyle."
Halil Ağa kekeleyerek konuştu:
"Köylük yerinde bizim dilimiz sağır demeye alışmıştır paşam." dedi. "Kusura kalma gayri."
Atatürk gülmeye başladı:
"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa. Ama şimdi diplomatlık sırası değil, doğruyu konuşacağız. Söyle bana, orada dediğin gibi."
Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:
"Şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla 'Bırak bu sağırı!' diye bir laf kaçırmışım."
Sofrada gülüşmeler başlamıştı.
"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine.”
"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"
Halil Ağa, İsmet Paşa'nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:
"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün."
Atatürk Halil Ağa'yı durdurdu.
"Bırak şimdi övgüleri." dedi. "Ben lafın gerisini getireyim: Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul' a geliyor, Florya Köşkü' ne iniyor, köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde bir çaresini bulurdu."
Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:
"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!"
Atatürk' ün sesi iyice sertleşti:
"Beni uğraştırma Halil Ağa." dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz.
Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!"
Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:
"Şanlı Paşamıza da sağır dedikti ya."
"Yalnız sağır değil, 'sağırın sağırı' değil miydi?"
Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:
"Öyle dedikti paşam, doğrusun!" diyebildi.
Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.
"Son soruyu sorayım şimdi." dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."
-DEVAM EDECEK-
Mehmet Şükrü Baş 08 KASIM 2006 Elazığ Nurhak Gazetesi