20 Ağustos 2010 Cuma

İŞTE BENİM ASKERİM





MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ


İŞTE BENİM ASKERİM




























































MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

Mehmet_sukru_bas@mynet.com

İŞTE BENİM ASKERİM

Analar oğul doğurdukları gün babaları “Ülke bir asker daha kazandı” diyerek gururlanır o gün hane bayram eder, koçlar kesilirdi. O çocuk büyür askerlik çağına erdiğinde davullarla, zurnalarla, halaylarla askere gönderilirdi. Bu seferde koçlar kesilirdi. Koçun kanından askere gidecek gencin alnına ve saçlarına sürülür o genç adeta kınalanırdı. Bu yüzden bunların adına ‘Kınalı Kuzular’ denilirdi. Askerine kınalı kuzular denilen bir ocağa da haklı olarak “Peygamber Ocağı” denilirdi.

Peygamber Ocağı.

***

İstiklal Marşı şairimiz Cennetmekân Mehmet Akif Ersoy “Çanakkale Şehitlerine” başlığını taşıyan o muhteşem şiirinde bakınız nasıl tarif ediyor benim askerimi?

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.

***

İşte tarihlere sığmayan o asker. Tarihler boyu hiçbir zulme boyun eğmedi O asker Ulu Önder Atatürk’ün “Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” dediğinde tereddütsüz ölüme koştu. Mermisi olmayan asker tüfeğine süngüsünü taktı gitti küffarın üzerine can verdi, nam aldı.

O asker ki! bugüne kadar!...

Karada denizde, yazda kışta, savaşta barışta her zaman en önde oldu.

Deprem oldu asker, yangın oldu asker, afet oldu asker, kıtlık oldu asker.

Çığ düştü asker, yol kapandı asker.

***

Mersin’de bir apartmanın dördüncü katında gece yarısı bir yangın çıkıyor. Evde emekli nine ve dede ile on aylık torunları var. Alevler bir anda evi sarıyor. İtfaiye geliyor merdiveni yok. Vatandaşlar çaresiz dede ile nine balkona çıkıyor torun içeride diri diri yanmak üzere.

İşte o sırada bir delikanlı çıkıyor meydana, hiç düşünmeden hiç tereddüt etmeden atıyor kendisini alevlerin içine saatler geçmiyor. Zaman durmuş gibi, nefesler tutuluyor. Derken kucağında bir bebekle çıkıyor alevlerin içerisinden o delikanlı. Bir anda gönülleri bir sevinç kaplıyor bir yavrunun yeniden hayata dönmesinin sevinici yaşanıyor. Mersinliler o kahramana tezahüratlar yapıyor. Ve sonradan asker olduğu öğrenilen bu genç tezahüratlara hiç oralıklı olmuyor dönüyor arkasını çekip gidiyor.

İşte bu genç benim gencim, işte bu asker benim askerim.

Ben onun gözlerinden öperim.

***

VE BUGÜN BU ASKERLERİM ÇEŞİTLİ ADLAR ALTINDA İHANETLERLE SUÇLANDILAR. DARBECİ OLARAK NİTELENDİRİLDİLER. MEHMET AKİF’İN “GÖKTEN ECDÂD İNEREK ÖPSE O PÂK ALNI DEĞER ” DEDİĞİ ASKERLERİMİ, KOMUTANLARIMI, PAŞALARIMI KELEPÇELEYİP CEZA EVLERİNE GÖNDERDİLER.

***

Bir televizyon kanalında haberleri izliyoruz. Sözüm ona bir aydın yazar günlük haberler üzerine yorumlar yapıyor. Benim bu askerimden bahsettiğinde ağzından şalyalar akıyor, adeta kin kusuyor, irin kusuyor. Benim askerime o kadar iğrenç bir şekilde saldırıyor ki görenler işitenler düşman askerinden söz ediliyor kanaatine kapılıyor.

***

Bir topluluktayız. Suratından yobazlık dökülen orta yaşın üzerinde birisi önce Atatürk’e, akabinde Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırıyor. Bu kurumun tepeden tırnağa değişmesi gerektiğini söylüyor bunları söylerken de o kutsal ocaktaki askerlerime atmadığı hiçbir çamur, sürmediği hiçbir leke kalmıyor.

İftira üstüne iftira atıyor..

Sanırsınız ki İsrail askerinden bahsediyor.

***

Adamlarda utanma yok, arlanma yok.

Çünkü onlara o meydanı biz verdik.

Bu ordu kışın dondurucu soğuğunda, yazın yakıcı sıcağında canlarını tehlikeye atmasaydı, ibadet kabul edilen nöbetini canı pahasına tutmasaydı bu iftiracıların bu sahtekarların akıbetleri ve baba adları acaba ne olurdu?..

İşte ben bunu merak ediyorum.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 23 Ağustos 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder