24 Ocak 2011 Pazartesi

HARPUT ELAZIĞ'IN MİSAFİR ODASI MI?...




















At üstünde Balak gazi,
Seyir eyler Elaziz'i.
Değerlerin en azizi,
Tarihimde onur Harput.






















Harput Ulu Cami















Harput Kalesi















Harput Kalesinin önündeki siyah perde Harput Evi















Harput Çınarlı Park
----------------------------------------------


MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

HARPUT ELAZIĞ’IN MİSAFİR ODASI MI?

22 Ocak 2011 tarihinde ilimizde Elazığ Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması adı altında Şark Bülbülü rahmetli Celal Güzelses ile şehrimizin yetiştirdiği Harput Musikisi emektarı cennet mekân Enver Demirbağ’a saygı gecesi düzenlendi.

AKM’ de yapılan bu etkinlik ulusal ve yerel televizyon kanallarımızda yayınlanarak Elazığ ismi sınırlar ötesine taşındı. Bir Elazığlı olarak gururlandık mutlu ve bahtiyar olduk.

Elazığ Musiki Cemiyeti ile Manas yayıncılığın ortaklaşa düzenledikleri bu etkinlik uzun ve yorucu bir çalışma sonucunda vücut buldu. Aylar öncesi Elazığ Diyarbakır arasında valilik düzeyinde her iki ilin musiki cemiyetinin saz ve söz ustaları tarafından TRT nin Diyarbakır Bölge Müdürlüğü stüdyolarında geniş bir katılımla ön çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalar TRT radyoları tarafından naklen Türkiye’ye duyuruldu.

Siyasetten, iç çekişmelerden her türlü dedikodudan uzak yapılan bu faaliyet Elazığ-Diyarbakır arasında bir kardeşlik köprüsü oluşturdu. Bu köprüden başta Diyarbakır’ın genç ve başarılı valisi Sayın Mustafa Toprak olmak üzere Diyarbakır’ın önde gelen iş adamları, sanayiciler, ses ve söz ustaları, şairleri yazarları oda ve dernek başkanları ile TRT Bölge Müdür Yardımcısı vefakâr insan Fatih Yılmaz’ın katılımı ile bu köprüden geçip ilimize geldiler.

HARPUT’TAYIZ

O gün ve o akşam bütün bu zevatla birlikte Valimiz Sayın Muammer Erol’un başkanlığında Harput’a gidildi. Yemekte Elazığ Valisi ile Diyarbakır Valisinin yan yana oturuşları Elazığlı sanatçılar, şairler, yazarlar, bürokratlar ve işadamları ile Diyarbakırlı misafirlerin kol kola girmeleri görülmeye ve takdire değer bir birlikteliğin manzaraydı.

İkinci günde misafirlerimizi ağırlayacağız ama nerede?

Evimize misafir gelince onlara nerede ağırlarız?

Elbette ki misafir odasında bizde öyle yapıyoruz. Her zaman olduğu gibi misafirlerimizle birlikte yeniden Harput’a çıkıyoruz. Zaten biz misafirlerimiz ve cenazelerimiz olmazsa Harput’u hatırlayamıyoruz bile.

Çünkü Harput bizim için ya ebedi istirahatgahımız ya da, misafir odamız.

ELAZIĞ’IN MİSAFİR ODASI HARPUT

Kültür ve Turizm Müdürümüz Tahsin Öztürk Harput’un dünü ve bugünü hakkında misafirlerimize bilgiler veriyor. Ama ne yazık ki misafir odamız “Ben bu etkinliği kaldıramam” diyor. “Kendisine bakılmadığından, sahipsizliğinden viraneliğinden” söz ediyor. “Harput’la ilgili yapılanların yetersizliğinden” bahsediyor. Böyle giderse Elazığ’ın açık hava müzesi konumunda bulunan misafirhanesinden mahrum olacağını” söylüyor. Kimse duymasa da ben bu sözleri duyuyorum. Bu feryadı yarınlara aktarmayı da bir görev addediyorum.

***

Misafirlerimiz bu bilgilerle aydınlanırken biz yine dünlere, elli senelik ötelere gidiyoruz. Harput’ta var olan tarihi çeşmelerin gürül gürül aktığı günlere, okuldan kaçıp da Harput’un kıvrım kıvrım yollarında Harput’a gittiğimiz günlere…

Harput’un yemyeşil bağlarında üzümler yediğimiz, her türlü meyve ağaçlarının gölgesinde serinlediğimiz günlere, Harput’un mezarlıklar şehri olmadığı, bir günlüğüne Elazığ Valisi olsam bu Harput Evi’ni yıktırırım” dediğimiz günlere kısaca Harput’un Harput olduğu günlere gidiyoruz.

Kayabaşından Elazığ’ı seyrederken gözüm kıvrım kıvrım yollara takılıyor ve hatırıma yıllar önce yazdığım bir şiir geliyor. İsterseniz bundan sonrasını HARPUT başlıklı şiirimizle anlatalım. Malumunuz şiirler nesirlerden daha etkilidir.

HARPUT

Kıvrım kıvrım yollarında
Güller açar bağlarında.
Ta çocukluk çağlarımda
Gönlümdeki sevda Harput.

Hoyratıyla mayasıyla,
Abu hayat havasıyla.
Hele çayda çırasıyla,
Dillerdeki Türkü Harput.

At üstünde Balak gazi,
Seyir eyler Elaziz'i.
Değerlerin en azizi,
Tarihimde onur Harput.

Sanki Cennet manzarası,
Delilosu, tamzarası.
Dört mevsim bahar havası,
Yaşanacak belde Harput.

Sayfa sayfa tarih yatar,
Şu kalbimde nabzın atar.
Sende güneş başka batar,
Ecdadımdan miras Harput.

Kucağında ben kardeşin,
Bulunmaz bir başka eşin.?
Damla damla tükenişin,
Yüreğimde yara Harput.

***

İşte böyle sevgili okurlarım biz misafir odamızın, bu ecdat yadigârımızın, tarihi Harput’umuzun damla damla tükenişini seyrediyoruz. Kültür ve Turizm Müdürümüz “Harput’un yarınlarının bu günlerden daha iyi olacağını” söylerken sadece “İnşallah” demekle yetiniyoruz. Çünkü asırlardır ayakta durma başarısını gösteren misafir odamızın viran olmasını istemiyoruz.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 26 Ocak 2011 Elazığ Nurhak Gazetesi

YALOVA VALİSİ









MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ





















































MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com

YALOVA VALİSİ

İçişleri Bakanı Beşir Atalay Ankara’da 81 ilin valisi ile birlikte bir değerlendirme toplantısı yapıyor. Bu toplantıya 81 ilin valisini yani devletin bütün valilerini Ankara’da topluyor.

Nedir bu gibi toplantıların amacı?...

Her şehrimizin en büyük mülki amiri tarafından o şehrin problemlerini, faaliyetlerini masaya yatırmak çözüm aramak ve çözüme kavuşturmak. Zaten bir valinin asli görevi de bu olsa gerek.

İşte bu toplantıda Yalova gibi Ulu Önder Atatürk’ün çok sevdiği bir şehrimizin Sayın Valisi de katılıyor. Sayın vali bulunduğu şehirde ve yaşadığı bu ülkede en büyük problem olarak bakın neleri görüyor, neleri masaya yatırıyor, neleri dile getiriyor?...

Sayın Vali; Ulu Önder Atatürk’ün kurtuluş meşalesini yaktığı bunun gereği olarak ve Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs törenlerinin yani 19 Mayıs Bayramının kaldırılmasını istiyor.

Yetmiyor.

“Kentlerin yerel kurtuluş günü törenlerinin kaldırılmasını” teklif ediyor.

Yani Sayın vali mealende olsa diyor ki!...

“Nedir 19 Mayıs Bayramının önemi?... Kaldıralım bu bayramı. Sonra nedir bazı şehirlerimizin kurtuluş günlerini kutlamak. Bu günleri kutlamak demek komşularımızı kışkırtmak demektir. Örneğin İzmir’in kurtuluşunu törenlerle kutlamak komşumuz Yunanistan’ı kışkırtmak ve kızdırmaktan başka neye yarıyor?” Diyor.

Kimin başkanlığında yapılıyor bu toplantı?...

İçişler Bakanı Beşir Atalay’ın…

Ne cevap veriyor İçişler Bakanı?...

Hiçbir cevap vermiyor, seste yok görüntüde yok.

19 MAYIS BAYRAMI

İsterseniz kaldırılması istenilen 19 Mayıs Bayramı ve törenlerinin amacına bir bakalım. Niye çıkmış Ulu önder Mustafa Kemal Samsun’a?...

***

Ulu Önder Mustafa Kemal'in Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919 günü müttefik işgal orduları namına hareket eden İngiltere'nin Karadeniz Ordusu kumandanı General Milen, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'ya bir mektup gönderir. Mektupta şöyle denilmektedir.

"Devletlû Efendim Hazretleri!...

Dokuzuncu Ordunun bir teşkilat icabı olarak lağvedildiği anlaşılmış iken Dokuzuncu Ordu'dan bir müfettişin bu orduya mensup bir heyeti ile Sivas'a gitmeleri hayretimize mucip olmuştur. Bu konuda bilgilendirilmemiz gerekmektedir. Bu hususta kendimi sorumlu gördüğümden bu heyetin Sivas'a ne maksatla gittiklerinin bildirilmesi istirham ederim. (Türkçeleştirilmiş şekli ile yazılmıştır) (*)

Bu sorunun yani Ulu Önder Atatürk'ün bu tarihte Sivas'a neden gittiğinin cevabı bu günün resmi bayram statüsüne alınarak her yıl gururla kutladığımız 19 Mayıs bayramlarında verilmektedir.

Yüce Türk milleti istiklaline, hürriyetine, demokrasisine kavuşturulmasını sağlayan ve bütün bunların sağlanması için ilk adım kabul edilen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs’ları milli bayram olarak, Türk gençliği olarak, erkeği ile kızı ile genci, yaşlısı ile gönül rahatlığında gururla kutlamaktadır. Ulu Önder Atatürk'ün Samsun'a çıkışını ve orada Hürriyet ve istiklal meşalesini yaktığı o gün Türk'e pranga vurmaya kalkışan gafillerin gün geldiğinde hezimete uğrayacaklarının bir işaretidir.

İngiliz generalindeki ileri görüşlük hakikaten takdire şayandır. General o tarihte Mustafa Kemal'in dehasını, kafasındaki ideali ve ufkunu öylesine kuvvetli bir şekilde tahmin edebilmiş ki tarih bu gün kendisini ve endişesini haklı çıkarmıştır. Bu tedirginlik korkulan adam daha yolda iken yani Atatürk'ten duyulan bir korkunun önsezisiydi.

Ah ne olurdu O yüce İnsanı o Ulu Önder'i bizlerde tam olarak tanıyabilsek bizlerde anlayabilseydik. Onun ilke ve inkılâplarına sarılabilsek onun gösterdiği hedeflere doğru koşabilseydik.

***

Ne yazık ki!...

Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkış amacını o devrin işgal kuvvetleri Komutanı General Milen anlıyor da Yalova Valisi anlayamıyor ve bu gibi kutlamaları zaman israfı olarak görüyorsa bizim kendisine söyleyecek sözümüz yoktur.

Biz Ulu Önder Atatürk’e içimizden gelenleri haykıralım.

"Ey ulu Önderim, ey en büyük liderim, ey benim Başöğretmenim. Bizlere bıraktığın miras emin ellerdedir. Şanlı ordun Serhat boylarındaki nöbetinde, memurun, köylün, emeklin, polisin, hâkimin, savcın, valin, kaymakamın ülkenin hizmetindedir. Yeni nesilleri emanet ettiğiniz öğretmenlerin hepsinin yüreğinde işaret buyurduğunuz ilkeler ve inkılâplarla sınıflarda yeni yeni Atatürkçü nesiller yetiştirmektedirler.

Ey Ulu Önderim. Siz o gün Samsun'a çıkmakla bizlere Hürriyeti, İstiklali ve Demokrasiyi armağan ettiniz.

Siz o gün gaflet ihanet ve delalete dur dediniz. Siz o gün Türk'ün hürriyetine istiklaline gem vurulamayacağını bütün bir dünyaya ilan ettiniz.

Ya siz olmasaydınız Atam ya siz olmasaydınız? O zaman sevgili kardeşim Şair ve yazar Dursun Elmas’ın dediği gibi

Bayrak olmazdı gönderde,

Çan çalardı minarede.

Baykuş öterdi camide

Atatürk'üm olmasaydı.

***

(*) Cemal Kutay Türkiye İ. ve H.Mücadeleleri Tarihi Cilt: 18 Sahife 10807

***///***

24 Ocak 2011 tarihli Malatya Hâkimiyet Gazetesi ile 28 Ocak 2011 tarihli Elazığ Nurhak Gazetesinde yayınlanmıştır. Mehmet Şükrü Baş

21 Ocak 2011 Cuma

TAVŞANA KAÇ - TAZIYA TUT




















TAZI















TAVŞANLAR






MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

TAVŞANA KAÇ TAZIYA TUT

Kendimizi bildik bileli böyle bir atasözümüzün olduğunu bilir ve duyardık. Ancak manasını bir türlü anlayamazdık. Ne demekti “Tavşana kaç tazıya tut” demek. Niye tavşanı kaçırıyor akabinde tazıya tut emrini veriyorduk?..

Yılbaşında yürürlüğe giren bir yasayla tutukluluk süreleri göz önüne alınarak tutuklu bulunan bilumum Hizbullahçılar serbest bırakıldı. Aradan iki üç gün geçti geçmedi^”Kürdün aklı başına sonradan gelir” misali bu tasarrufun bu ülkenin başına çok büyük badireler getireceği anlaşıldı.

Ve paçalar tutuştu…

Önce “Ben yapmadım sen yaptım” sonrasında “Sen yapmadın ben yaptım” tartışması ile hükümet ve yargı arasında söz düellosu başladı. Bu arada Hizbullah’ın bindiği at Üsküdarı’da, Batmanı’da, Diyarbakır’ı da çoktan geçti.

Kim saldı bu Hizbullahçıkları?...

Yasalarımız!..

Aradan iki üç gün geçmeden kim arıyor bunları?...

Yine yasalarımız!...

Demek ki “Tavşana kaç tazıya tut” sözünün ana hatları buymuş. Geçte olsa öğrenmiş olduk.

KÖŞE YAZARLARI

Hükümetimiz biz emeklilere nedense pek cimri davranıyor. Tutturmuşlar yılbaşında iki buçuk, temmuzda iki buçuk ne varsa bu buçuklardan bir türlü üsteki rakama tekabül etmiyor emekli zammı buçuklara devam.

Siz birde TRT’ye bakınız… Vallahi helal olsun yandaş gazetecilere yılbaşından geçerli olmak üzere öyle bir zam veriyor ki görenlerin duyanların ağzı bir karış açıkta kalıyor herkes “Helal olsun” diyor.

Efendim TRT’nin bol keseden dağıttığı bu yağma Hasan’ın böreğinden en büyük dilimini ayda 13 bin lira ile Star yazarı Ergun Babahan alıyor. Onu Zaman gazetesinden 6 bin liralık ücretiyle Ekrem Dumanlı takip ediyor. “Enine Boyuna” program için Taha Özhan’a ayda 8 bin lira ödenirken her Pazar kafamızı şişiren “Politik Açılım” programı müdavimlerinden Fehmi Koru, Derya Sazak, Fuat Keyman ve Mustafa Erdoğan’a program başına 2 bin 500 lira verildiği açıklanıyor.

Vallahi helal olsun Billahi helal olsun, gözü olanın gözü çıksın. Bizde kendimizi nimetten sayıp köşe yazarı olduğumuzu sanıyoruz Gazete patronlarımıza önemle duyurulur.

***

Bitiyor mu?

Bitmiyor!...
TRT, Oral Çalışlar’ın oğlu Reşat Çalışlar ile birlikte yaptığı “Kuşak Farkı” programı için ayda 14 bin 800 lira, AKP milletvekili Özlem Türköne’nin eşi Zaman yazarı Mümtaz’er Türköne ile “Gündeme Dair” program yapan Emre Aköz ise program başına bin 2 bin 300 lira ücret ödüyor. Eski yandaş pardon Taraf yazarı Önder Aytaç’a ise “Sensiz olur mu” programı için aylık 6 bin lira alıyor. Allah’tan ki bu programlar dinlenmiyor ilgi görmüyor. Bu programların izlenme oranı yurt genelinde yüzde ikilerde kalırken Aslan TRT her ay bunlara 180 bin lira eski hesapla 180 milyar lira para veriyor. * (*gazeteler)

Devletine otuz yıl sadakatle hizmet etmiş bu arada gözünü kör etmiş memuruna kolunu bacağını kaybeden gazimizi de % de iki buçuk yersen de bu yemesen de bu…

Ne diyordu Cennet mekân Necip Fazıl?..

Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

***///***

Mehmet Şükrü Baş 21 Ocak 2011 Malatya Hakimiyet Gazetesi



20 Ocak 2011 Perşembe

DAVUL - ZURNA
















MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

BİRAZ ORDANBİRAZ BURDAN

DAVUL – ZURNA

Davul ile zurna bir ikiz kardeş gibidir. Biri birinden ayrılması tek başına var olması mümkün değildir. Her ikisi de yaşantımızın bir parçası gibidir.

En mutlu günlerimizde tokmağın davula vurduğunu, zurnacının zurnaya üflediğini görürüz. Düğün salonlarının icat edilmediği günlerde üç gün üç gece süren düğünlerimizde davul zurna eşliğinde halay çekilir, oyunlar oynanırdı.

Ramazanlarda Müslüman’lar davul zurna ile sahura kalkar o sokağın gençleri tan vaktinde çektikleri halaylarla milleti pencerelere dökerlerdi.

Gelin olan kızlarımız davul zurna eşliğinde al bayrağın gölgesinde baba evinden çıkar, askere giden gencecik evlatlarımız davul ve zurna ile uğurlanır, DEVLET ERKÂNINI davul zurna ile karşılanırdı.

Şimdi devir değişti. Davul ile zurnayı daha çok…

Hizbullahçılar ceza evlerinden salınınca,

PKK’lılar kandilden dönünce görüyoruz.

Bu gibi faaliyetlerde taraftarlar toplanıyor, zılgıtlar atılıyor, halaylar çekiliyor. Devletine başkaldırmış, cinayet işlemiş, insanları şişlemiş bu caniler bu ortamda kahkahalar atarken bu ülkeye hizmet etmiş bu ülkeye vatan demiş yurt demiş insanlarımız davul zurna eşliğinde gözyaşları döküyorlar.

Ne diyordu rahmetli Sevim Tanürek “Kader böyle imiş ne söylesem boş” Bizde “Kader böyle imiş” deyip geçmek istiyoruz ama diyemiyoruz. Canımız acıyor yüreğimiz kanıyor.

GÖKTEN KARGA YAĞIYOR

Önce Amerika, sonra İsveç, daha sonra da Bursa'nın Karacabey ilçesinde karayolu üzerine onlarca sığırcık cinsi ölü kuş yağdı.

Gökten rahmet yağmasını bekleyen bu millet gökten karga yağdığını görünce “Buna da Şükür başımıza taşta yağabilirdi” demeye başladı. Bize düşen de “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi?” demek kalıyor.

SİYASETTE MEZARLIK

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun:

“İçişleri Bakanlığı yolsuzluk mezarlığı” Açıklamasından sonra İçişler bakanımız Beşir Atalay’da:

“CHP'yi iftira mezarlığı olarak görüyorum” demiş.

İktidarla muhalefet mezarlık atışmasına giredursun vatandaş Mehmet Efendi’de!
Saydım sizinle geçen yılları bir bir,
Küllendi kalbimde sekiz senelik kabir.
Şimdi beyhude bir ömre ağlayanım,
Evvel yaşayan canlı, şimdi bir mezarlığım.

*

Diyor. Ne diyelim ülkeyi mezarlığa, insanları mevtaya döndürenlerin canı sağ olsun. Ne diyor Âşık Seyrani?

“Kimi mevtasına kefen biçmiyor // Kimi helal rızkı yiyip içmiyor.”

Allah sonumuzu hayreylesin.

Kel başa şimşir tarak, böyle iktidara böyle muhalefet...

GALATASARAY’IN ASLANI

İstanbul’da İstanbul’a yakışır bir stat yapıldı. Bu stadı ister Galatasaray’a mal edin, ister başka bir kulübe bu stat hiç kimsenin babasının malı değildir. Bu stat Türkiye’nindir. Türk milletinindir.

Bu stadın açılışı televizyonlarda izlediğimiz kadarıyla muhteşem oldu. Ta ki Başbakanımıza yapılan o nahoş tezahüratlara kadar. Keşke de olmasaydı ama oldu. Nitekim demokrasinin bir gereği olan protestolar içerisinde küfür ve hakaret olmadıkça demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır.

Başbakana hoş olmayan bir tezahürat yapılıyor Başbakan stadı terk ediyor ve Galatasaray Başkanı stadın ellerinden uçup gideceğini, bazı bakanların Galatasaraylılıktan istifa edeceklerini anlayınca başlıyor feryadı figan etmeye ve alıyor sazı eline!...

Güftesi kendisine ait sıksan yağ damlayacak sözleri notaya alıyor. “Suçluları tespit ettik bundan böyle bunları stada almayacağız” diyor. Mübarek sanki sabah kuşağında suçluların korkulu rüyası Müge Şanlı.

Kendini hem jandarma, hem polis, hem savcı, hem de hâkim yerine koyuyor. Ağzından çıkan sözler de sanki kanun hükmündeki kararname.

***///***

19 Ocak 2011tarihli Malatya Hâkimiyet Gazetesi ile 24 Ocak 2011 tarihli Elazığ Nurhak Gazetesinde yayınlanmıştır. M.Ş. Baş


19 Ocak 2011 Çarşamba

ZAVALLI ELAZIĞ ZAVALLI SANAYİ ZAVALLI SİYASET































MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

ZAVALLI ELAZIĞ – ZAVALLI SANAYİ

ZAVALLI SİYASET -III-

Bu başlık altında yayınladığımız seri yazımızın daha evvelkisinde “Zavallı Elazığ’ı” ondan sonraki yazımızda “Zavallı Sanayimizi” Bu günkü yazımızda da “Zavallı Siyaseti” konuşacağız.

***

Bir şehir düşününüz sevgili okurlarım.

Beş milletvekili kontenjanı olsun. Bu şehir sekiz senedir iktidar olan iktidar partisine milletvekillerinin beşini de versin. Üstüne Belediye’yi de versin, üstüne referandumda halkın yüzde 82’si yapılan halk oylamasına “Evet” desin. Ve…..

Bu şehir üniversitesi ile sivil toplum kuruluşları ile ekonomisi ve sanayisi ile arpa boyu ilerlemesin. Sekiz yıl boyunca ninnilerle uyutulsun. Kâğıt üzerinde gelişmiş ve kalkınmış iller arasında gösterilsin. Ekonomisi ile sanayisi ile eğitimi ile göklere çıkartılsın. Elbette ki bu masallara inananlar inanır ama biz inanmayız çünkü görünen köy Kılavuz istemiyor. Bu şehirde taş taşın üzerine konulmuyor, bu şehirde yirmi milyona yakın gencimiz aş ve iş peşinde koşuyor.

Bu şehirde aş yok, bu şehirde iş yok.

Bu şehirde yarınlara umut yok…

***

Bir şehir düşününüz sevgili okurlarım.

Beş milletvekili kontenjanı olsun. Bu şehir sekiz senedir iktidar olan iktidar partisine milletvekillerinin beşini de versin. Üstüne Belediye’yi de versin, üstüne referandumda halkın yüzde 82’si yapılan halk oylamasına “Evet” desin. Böyle bir şehir nerede olursa olsun tabiri caizse direkleri altından olur.

Oldu mu?...

Hayır!...

Bırakınız bu şehrin direklerinin altından olmasını direkleri çatırdıyor, kubbe yıkılmak üzere…

***

Bu şehir hep verdi…

Birileri geldi “Ben sizin içinizden biriyim” dedi. Halk onu seçti vekil oldu bakan oldu ama tatmin olmadı bir siyasi partiye genel başkan oldu halkımız “İçimizden biri” diyerek yine arkasından koştu iki üç dönem peşinden gitti. Yapılan seçimde yine kazandı ama başında olduğu siyasi parti baraj altında kaldı yıllarca arkasından koşan kendisini vekil yapan, bakan yapan genel başkan yapan bu halka bir “Allahaısmarladık” demeden bir teşekkür etmeden arkasına bile bakmadan çekip gitti.

Gidiş o gidiş…

***

Bu şehir hep verdi.

Karşılığını beklemeden, enine boyuna düşünmeden verdi.

Bu şehir iktidara beş milletvekili verdi. İktidara güvendi seçtiklerine güvendi. Çoluk çocuğumuz aş iş sahibi olur şehrimiz zenginleşir, biz zenginleşiriz gayri sırtımız yere gelmez dedi.

Zavallı halkımız sırtı yerden kalkmadı ki.

Bırakınız zenginliği aşa işe muhtaç hale geldi.

***

Bu şehir hep verdi.

Kim geldiyse ardından koştu, ona inandı ona güvendi ne acıdır ki istisnalar kaideyi bozmasa da hep hayal kırıklığına uğradı, güvendiği dağlara kar yağdı.

Hiçbir arzusu gerçekleşmedi bütün umutları bahara kaldı…

Bakalım baharda ne olacak?...

Dağ mı fare doğuracak faremi dağ doğuracak?...

Bekleyelim görelim yoksa siyaset sahnesine yeni yeni vatan kurtaran aslanlar mı çıkacak?...

Bu serinin son yazısını bir şiirimizle noktalayalım. Sağlıcakla kalınız.

*

SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA

Taşlamalar
***
Sarı çizmeli Mehmet ağa, yine iş buldun,
Geldi ya seçim vakti, adam yerine kondun.
Yarın seçim günü gidip de oy vereceksin,
Beş sene sırtlayacak, kişiler seçeceksin.

Siyaset trenine, beş yüz kişi binecek,
Bunları seçmek için, insanlar didişecek.
Seçim sonrası yine aynı hamam aynı tas,
Sadece ve sadece, tellaklar değişecek.

Sen yine Mehmet ağa, aşa ekmeye muhtaç,
Şifa olmaz sana ne penisilin, ne ilaç.
Neylersin ki kural bu, düzen böyle işliyor,
Tarak yenilense de, kafalar değişmiyor.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 21 Ocak 2011 Elazığ Nurhak Gazetesi

ZAVALLI ELAZIĞ – ZAVALLI SANAYİ –






























MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

ZAVALLI ELAZIĞ – ZAVALLI SANAYİ –

ZAVALLI SİYASET -II-

Türk Halk Müziğinin önemli isimlerinden Ali Ekber Çiçek’in ünlü bir türküsü vardı. “Derdim çoktur hangisine yanayım // Yine tazelendi yürek yarası // Ben bu derde nerden derman bulayım // Meğer dost elinde ola çaresi.” Derdi ve derdine bir çare ararcasına “Efendim efendim benim efendim // Benim bu derdime derman efendim.” Diyerek adeta feryadı figan ederdi.

Şimdi aynısını biz yapıyoruz. Elazığ’ın üzerinde dolanan kara bulutları görünce on binleri aşan işsizlerimizi bir çay parasına muhtaç gençlerimizi, bunların içerisinde bulundukları çaresizliği görünce “Bizim bu derdimize derman efendim” diyerek bizde bir yerlere yakarıyoruz.

Duyan var mı?..

Yok!...

Kendimiz çalıp kendimiz söylüyoruz.

***

Bir şehir düşününüz. Dört yol değil beş yol kavşağında. Dört bir yanı suyla çevrili, Uluova, Altınova ve Kuzova gibi üç devasa ovaya sahip. Üzerinde bulunduğu coğrafya her türlü kalkınmaya, her türlü zenginliğe müsait. Bu coğrafyada tarım yapılır, hayvancılık yapılır, besicilik yapılır, balıkçılık yapılır. Bunlar yapılınca da sanayisi kalkınır vatandaş aş ve iş sahibi olur. Ama ne yazık ki bunların hiç birisi yapılmıyor. Bu şehirde “vay nefsim” denilen bacadan başka hiç bir baca tütmüyor.

Türkiye İş Kurumu Elazığ İl Müdürlüğü 2010 yılında yaptığı resmi bir açıklamada Elazığ’da kayıtlı işsiz sayısını 15 bin 217 olarak gösteriyor. Bu rakam dediğimiz gibi resmi rakamlar, geçen seneye ait rakamlar. Bu rakam iş kura kayıtlı işsiz sayısın gösteren rakamlar. Birde İş Kura kayıtlı olmayan işsizlerimiz var ki bunların da toplamı üçü beşi bulur ki nereden bakarsanız bakınız bu şehrin 20 milyona yakın gencecik evlatları işsizlik pençesinde kıvranıyor. Bunların ortalama yaşları 20–30 arasında, yani bu insanlarımız ömrünün baharında yokluk ve sefalet kıskancında inim inim inlemektedir.

İşin vahim ve acı tarafı ise gerek siyaset sahnesinde gerek ekonomi ve ticaret sahnesinde Elazığ her yönü ile örnek şehir gösterilip göklere çıkartılıp adeta insanla dalga geçiliyor.

***

İşbu kadarla da kalsa buna da şükür diyeceğiz ama kalmıyor. Birde madalyonun acı ve çirkin bir tarafı var.

Yine sözlerime dürüst ve ilkeli iş adamlarımızı müteşebbislerimizi tenzih ederek başlayayım. Çünkü onlar bu şehrin medarı iftiharları. Onlar fakirin fukaranın umutları, onların işyerleri, mağazaları fabrikaları nice ailelerin ekmek kapıları dolayısıyla bu gibi insanlar bu şehrin eli öpülecek değerli insanlarıdır.

Gel gör ki!...

Bu şehirde işveren kisvesi altında yanında çalıştırdığı gencecik yavrularımızın daha da ileri gidersek her türlü özür gurubundaki çocuklarımızın alın terlerini çalmakta, onların haklarını gasp etmektedirler. Yanında çalıştırdıkları işçilerin sigorta primini yatırmamakta içeride biriken onlarca aya ait maaşlarını vermemekteler. Sesini çıkaranı ise bir bahane ile kapı önüne koyup tazminatlarını dahi ödememektedirler. Bunlar devletten aldığı prime rağmen 250 liraya aylık işçi çalıştırmaktan geri kalmayan helali haramı utanmayı, sıkılmayı, bilmeyen insanlardır.

İşte bunlar dürüst ve ilkeli müteşebbislerimizin özverili iş adamlarımızın yüz karalarıdır. Ne yazık ki bunlar işadamı kisvesi altında kasıla kasıla gezmekte, tüyü bitmemiş yetim hakkını gasp etmekteler. Devleti kandırmakta insanlarımızı dolandırmaktadırlar.

***

Sanayimizin, işadamlarımızın şehrimizin imajını kirleten bu gibi insanlarla her kesimin herkesin mücadele etmesi gerekir. Devletin bütün kurum ve kuruluşları ile birlikte bu gibi sözüm ona iş adamlarının oyununu bozmalı vatandaşının hak ve hukukunu korumalıdır. Bu devletimizin asli görevidir.

Özetlersek Elazığ sanayisi bu gibi iş adamlarının varlığı ve kötü niyeti ile gün geçtikçe itibarını kaybetmekte güvenini yitirmektedir.

Elazığ’ın yurt genelindeki iller bazında ihracatta 61.sırada kalkınmış iller sıralamasında ise 46 sırada oluşunu kimlere ithaf etmemiz gerekiyor?

Bu zihniyette olan iş adamlarımıza mı?

Bunların varlığına göz yuman bürokratlarımıza mı?

Ticaret ve Sanayi Odamıza mı?

Beş tane Milletvekilimize mi?

Belediyemize mi?...

Kime?...

Elazığ ve Elazığlılar bunu hak ediyor mu?

Hayır!...

Elbette ki etmiyor ama menüde bunlar var. Yersen de bu yemesen de bu!...

Bu seri yazımızın son bölümü olan “Zavallı siyaset’e” yarın değineceğiz sevgili okurlarım sağlıcakla kalınız.

***///***

Mehmet Şükrü Baş 19 Ocak 2011 Elazığ Nurhak Gazetesi

15 Ocak 2011 Cumartesi

ZAVALLI ELAZIĞ






























MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

ZAVALLI ELAZIĞ

Ne yaptı bu Elazığ halkı?...

Her türlü eylemlerin odağı mı oldu?...

Teröre geçit mi verdi, terörist mi oldu?...

Devletin kör kuruşunu mu çaldı, tüyü bitmemiş yetimin hakkına mı el attı, elektriğini, suyunu kaçak kullanıp vergisini mi vermedi ne yaptı? “Git” dediler gitti, “Gel” dediler geldi. Kuzu gibi kim ne dediyse o tarafa yöneldi.

“Düşün peşime” dediler de düşmedi mi?

“Biz beş kişiyiz beşimizi de meclise gönderin” dediler de gönderme dimi?...

Gönderdi.

Kendisine her denileni sorgusuz sualsiz yerine getirdi.

Ne kazandı?...

Kocaman bir hiç...

***

Geçen gün yerel bir gazetemizde bir haber vardı. Haberin yanı başında vekillerimizin el ele verilmiş resimleri vardı. Ve o başlık şöyleydi: “Vekillerimizden gövde gösterisi” kendi kendime sordum neden bu karede Sayın Valimiz yok, niye Sayın Belediye Başkanımız, Niye Sayın Ticaret ve Sanayi odası başkanımız yok diye. Bunlar AKP’li değil mi?

Bunlarda AKP’li.

Başımızdaki hükümette AKP,

Başbakan, Cumhurbaşkanı da AKP’li

Bu şehrin yüzde 82’side AKP’li

Öyleyse bu şehrin sorunları niye giderilmiyor.

Niye bu şehir arpa boyu yol almıyor. Bırakın yol almayı siyaseti ile sanayisi ve ticareti ile bürokrasi ve bürokratları ile her gün biraz daha güven kaybediyor, kan kaybediyor.

Gören yok, duyan yok, tınan yok!

***

Türkiye’nin hiçbir yerinde iktidarı, bürokratı el ele vermiş, kol kola girmiş böyle bir şehir yoktur. Yediden yetmişe AKP’li. Böyle bir şehrin direkleri tabiri caizse altından olmalıydı.

Oldu mu?

Hayır!...

Bırakınız direklerin altın olmasını o direkler birer birer çatırdadı, güvendiğimiz bütün dağlara kar yağdı. Adımız her türlü yolsuzluklara, ahlaksızlıklara, hırsızlıklara karıştı. Bursa’da ikamet eden bir sevgili kardeşimin dediği gibi “İçtiğimiz karaçalı suyuna uyku ilacı koydular yıllar var ki uyanamıyoruz.” Mışıl mışıl uyuyoruz…

Zavallı Elazığ…

***

Siyaset cephesi kan kaybetti, güven yok.

İktidarda ses, muhalefette nefes yok.

Bürokrasi çarkının dişlileri kırıldı dönmüyor. Amir görevini, memur vazifesini bilmiyor vatandaş devlet kapısında sürünüyor.

Memur kahvede okey oynuyor.

Bürokratlarımız iktidarın, basınımızda bürokratlarımızın gözüne girebilmek, onlara hoş görünmek için yarışıyor. Yaptıkları tek şey övmek ve ya övülmek.

***

Belediyenin üzerinde kap kara bir bulut var. Olay yargıda, yargıda olan bir dava için konuşmamız gerekmez. Zaten vatandaşın belediyeden bir beklentisi de yok. Kaldırım işgalleri had safhada kaldırımlardan yürünmüyor, cadde ve sokaklar geçit vermiyor. Şehrin göbeğindeki kapalı çarşıya girilmiyor. Bu şehrin kadını kızı, ihtiyarı PTT önü ve arkasından geçemiyor.

Tam bir rezalet…

Denetim yok, kontrol yok düzen yok…

Zabıta memurları da diğer memurlar gibi kahvede okey oynuyor.

***

Elazığ’ın sanayisi, ekonomisi, tarımı, hayvancılığı S.O.S veriyor.

Kimsecikler yine vatan millet Sakarya nutukları atmasın, kimsecikler beni topa tutmasın. Bu şehri yönetenlerle birlikte sanayicileri, işadamları, oda başkanları, esnafları, sanatkârları bir kereye mahsus olsa da dönüp de bu şehrin gerçeklerine bakıversin. Vatandaş bozulan arabasını tamir için neden başka bir şehre götürüyor ve o vatandaş evine parke döşetecekse neden ustasını ve malzemesini başka bir ilden getiriyor? Şehrimizde hızla bir doğalgaz çalışması var. Tesisatı çeken ustalara baktınız mı birazı İstanbullu, birazı Ispartalı, birazı da Malatyalı peki Elazığlı nerede?..

Elazığlı yok.

İşte güzel şehrimin güzel insanları oturup ta bunun muhakemesini yapsın, sebeplerini araştırsın, önlemini alsınlar.

***

Dürüst ve ilkeli işverenlerimi tenzih ederek söylüyorum bazı işadamları asgari ücretle yanında çalıştırdığı garibanların sigorta primini dahi yatırmıyor. Bu garibanların maaşlarını yedi sekiz ay gibi uzunca bir zaman ödemiyor. Sesini çıkaranı kapı önüne koyuyor. Tazminatını bile vermiyor. Kısaca Elazığ’da kölelik devri hüküm sürüyor.

Denetim yok, kontrol yok.

İçimde ukde olan içerisinde yaşadığım şehrimle ilgili problemlerin binde biri şimdilik bu kadar. Yarın Sanayimizi ele alacağım, öbürsü gün siyasetimizi…

Kalın sağlıcakla…

***///***

Mehmet Şükrü Baş 17 Ocak 2011 Elazığ Nurhak Gazetesi

10 Ocak 2011 Pazartesi

YARGI'MIZ YARGILANIYOR















MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ

mehmet_sukru_bas@mynet.com

YARGI’MIZ YARGILANIYOR

Adalet hava ve su gibidir. Her canlıya her zaman ve her zeminde gereklidir. Bu gereksinim karşısında adalete “Adalet Mülkün Temelidir” denilmiştir.

Ancak ülkemizde adalet damarımıza basılmadığı sürece itibar görmüş, damarımıza basıldığında her zaman ve her zeminde acımasızca yerden yere vurulmuştur. Ömrünü adaletsizlik üzerine inşa eden birisinin dahi kuyruğuna basıldığında “Adalet isterim” diye feryat etmesinin de esbabı mucibesi bu olsa gerek.

Birisi bana “Türkiye’de en sahipsiz kurum hangisidir?” diye bir sual sorsa hiç düşünmeden “Adliyelerdir” derim. Çünkü bendeniz ömrümün 30 senesini bu ulvi kuruma hizmet etmekle geçirdim. 1967 senesinde tanıştığım bu kurumda emekli olduğum 1998 yılına kadar Başkâtiplik ve Yazı İşleri Müdürlüğü yaptım.

Neler mi gördüm bu otuz senelik memuriyetim sırasında?...

***

* Bir hâkimin aynı günde iki üç mahkemeye birden baktığını gördüm.

* Bir mahkemede bir günde yüze yakın dosyanın duruşmasının yapıldığını gördüm.

* Arşivi dahi olmayan adliyelerde dosyaların fareler tarafından parçalandığını gördüm.

* Ödenek yokluğundan keşiflere gidilemediğini, temyiz aşamasında karara çıkan dosyaların Yargıtay’a gönderilemediğini gördüm.

* Keşfe giden personelin keşif ücretlerinin ödenmesinden vaz geçtik keşfe giden taksi şoförlerin, bilirkişilerin, tapu fen memurlarının keşif paralarını alamadıklarından yolumuzu kestiklerini gördüm.

* Kırtasiye giderleri olmadığından postayla gelen zarfların ters yüz edilerek yeniden kullanıldığını gördüm. Böyle bir ortamda yetişen adli personelin diğer kurum ve kurulmuşlara kaçar gibi gittiği gördüm.

* Bütün isteklere rağmen kadro ilavesi yapılmadığından üç kuruş maaşla çalışan personelin tatil günlerinde bile mesaisiz, harcırahsız çalıştığını gördüm.

* Düne kadar işçi sınıfında bir şoförün bir hâkimden veya bir savcıdan daha fazla maaş aldığını gördüm.

* Kadro ilavesine ilişkin Adalet Komisyonu kararlarının “Maliye Bakanlığı kadro vermiyor” gerekçesiyle geri gönderildiğini gördüm.

Daha sayayım mı?...

***

Şimdi her kafadan bir ses ağzı olan konuşuyor. “Adalet neden işlemiyor” deniliyor. “Hizbullahçılar neden salındı?..” deniliyor.

Hizbullahçıları hakimler savcılar mı saldı kardeşim?....

Parlamentodan yasa çıktı hâkim ve savcıda çıkan yasayı uyguladı, “uygulamıyorum” diyecek halleri var mıydı? Niye yürütmeyi suçlamıyorsunuz da yargıyı suçluyorsunuz?..

Bunda yargının günahı ne?...

Neden siyasilere yargıdan elinizi çekiniz demiyor, hükümetlere yargıyı siyasi vesayetten arındırınız demiyorsunuz

Neden parlamentoya zaman aşımı ile dokunulmazlık denilen saçmalıklara son veriniz demiyorsunuz?

Neden bu kanunları çıkarmayan yasama ile çıkarılacak kanunların gerekli çalışmaları yapmayan ve ileride doğacak aksaklıkları önceden tespit etmeyen dolayısıyla bu günkü ortamı yaratan yürütmeyi suçlamıyorsunuz?...

Neden, neden, neden?....

Yargıtay’ın arşivinde incelenmek üzere bir milyon sekiz yüz bin dava dosyası bulunuyormuş. Bu dosyalar öyle sıradan dosya olmayıp her biri birkaç büyük klasörlerden oluşan dosyalardır. 15–16 Hâkimden oluşan on adet Yargıtay’ın böyle bir iş hacmi karşısında mucizeler yaratmasını beklemek abesle iştigal değil midir? Bunun önlemini almak hukuku işler hale getirmek kimin veya kimlerin görevidir?

İstisnalar kaideyi bozmasa da, yargıya yönelik bazı suçlamalarda doğruluk payı olsa da gerçek tablo işte budur. İşimize gelse de budur gelmese de budur.

Yargıyı dünü ve bu günü ile karşılaştırdığımızda yargının gün geçtikçe kan kaybettiğini, güvenilirliğini ve bağımsızlığını yitirerek siyasete bağımlı hale geldiğini dahası YARGININ YARGILANDIĞINI üzüntüyle görüyoruz. Bunun sebeplerini aramak yerine işin kolayına kaçıp yargının hantallığından, çalışmadığından bahsediyoruz.

Hepsi o kadar.

***

TRT gibi bir kurumda bir araya gelen gazetecilerden birisi “Hâkimler haftada iki üç gün duruşma yapıyor diğer günler oturuyorlar” diyor. Bir siyasetçimiz ise söz konusu dosyaların bir günde incelenebileceğini söylüyor.

Şu talihsizliğe bakınız yargının işlevini bilmeyen tanımayan bir gazeteci ile yargıdaki iş hacminden ve kadro yetersizliğinden haberi olmayan bir siyasetçi. Bu sözler birileri tarafından onaylansa da doğru değildir. Çünkü bir hâkim haftanın iki gününde yapacağı duruşmada önüne konulan en az yüz, yüz elli dosyayı incelemek zorundadır. Hâkim ve savcılarımızın çantalar dolusu dosya ile evlerinde dosya incelediklerini bilmeyeniniz var mıdır? Hâkim ve savcılarımızın yaptıkları karşılığı olmayan bu fazla mesaide zorunluluk vardır. Çünkü sağlıklı bir adalet bunu emretmektedir.

Çözüm Nedir?...

Çözüm siyasetin yargı üzerindeki baskısının giderilmesidir. Yargının tam olarak bağımsız hale getirilmesidir. Yargının bütün birimleri ile hâkim, savcı ve personel ataması, araç ve gereçlerle donatılması ve yeni binaların yapılması ile güçlendirilmesidir. Küçücük bir odada üç beş hâkimin, üç beş savcının bir arada oturması her masada günde yüz, yüz elli dosyanın bulunması hukukumuz açısından içler acısı bir durumdur.

Unutulmamalıdır ki yerden yere vurduğumuz adalet Saddam’a bile lazım olmuştur.

Adli ve İdari Yargının bu kadar külfet ve yük altında görev yaptığı, vicdanı ile cüzdanı arasında sıkıştığı bir ortamda “Buna da Şükür” demekle dahası yargıyı yargılamakla adalet rayına oturtulamaz.

Öğle değil mi?...

***///***

Buyazı 12 Ocak 2011 tarihli Elazığ Nurhak ve 13 Ocak 2011 tarihli Malatya Hâkimiyet Gazetelerinde yayınlanmıştır.M.Ş.BAŞ