23 Mart 2012 Cuma
SALİHLİ RÜYASI - I -
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
SALİHLİ RÜYASI -1-
29 Şubat 2012 tarihinde sevgili kardeşim R.Mithat Yılmaz’la birlikte aldığımız bir davet üzerine İzmir’e, oradan da Allah’ın Salih kullarından müteşekkil Salihli’ye gittik. Hani “yediğin içtiğin senin olsun gördüklerini anlat” diye bir söz varya bizde bu söz gereği hem yediklerimizi, hem gördüklerimizi, hem de tanıdıklarımızı siz değerli okurlarımıza anlatma ihtiyacını duyduk.
Çünkü bütün bunlar anlatılmaya değer hadiselerdi.
***
Salihli Manisa iline bağlı nüfusu yüz bini aşkın şehir olmaya aday düz bir ovaya kurulmuş sanayisi ile eğitimi, kültürü ile gelişmiş bir ilçe. Yer yer tarih kokan, yer yer tarihin izleri görülen, cadde ve sokakları tertemiz, hızla gelişen, hızla kalkınan, kaplıcasıyla ünlü yem yeşil, güzel mi güzel şirin bir ilçe.
Orada bir kaymakam var…
Halkını kucaklamasını bilen, halkını baş tacı yapan, halkı tarafından da sevilen, sayılan halktan biri…
Bir belediye başkanı var…
Tam bir kültür adamı, Salihlilerin değimi ile çalışkan, dürüst yaptığını bilerek yapan adam gibi bir adam.
Bir Ahmet Otman var…
Tek başına bir güç, yaptığını bilen, bulunduğu yerin tanıtımı için, kültürü ve sanatı için uğraş veren bir serdengeçti, bir sabır abidesi, ilçesinde bilinen, sevilen bir gönül adamı.
Bir Gülgün Yalvaç var…
Güzel mi güzel… Samimi, hoş görülü arkadaş canlısı, cana yakın bir hanımefendi, insana güven veren, gülen bir yüz… Şair ve yazar… Kendini ilçesinin kültür ve sanatına adamış, bu yolda da gönüllerde yer etmiş bir melek (ona başka bir ad bulamıyorum)
Bir Sedat Günay var…
Eğitimci şair ve yazar. Bir ilköğretim okulunun müdürü, çalışkan, bulunduğu yeri cennete dönüştürmesini bilen bir eğitim neferi…Cilt cilt şiir kitapları var. Gerek okulundaki başarıyı, gerek yaşadığı ilçedeki kültürel faaliyetleri en üst düzeye çıkartmak için canını dişine takan bir eğitim gönüllüsü…
Bir Cem Yıldırım var…
Pamukkale Üniversitesi ile Hayat üniversitesinde okumuş. Gencecik yaşına rağmen insanları tanıyan ve seven, onları kucaklamasını bilen, acar mı acar, sevimli mi sevimli bir genç. Elindeki fotoğraf makinesiyle gördüğü her güzelliği resmeden bir gönül eri…
Daha başkaları yok mu? Sorusunu siz sormadan ben cevaplayayım. Elbetteki var ama hepsini yazmaya kalksam sayfalar yetmez, sütunlar yetmez. Onlar bizi bağışlasınlar nede olsa Salihli’de “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” içtihadı geçerli.
Bu şirin ilçede bu güzel insanların elbirliği ile sahneledikleri Türkiye’nin 45 yıllık en uzun soluklu şiir şöleni ile bu yıl 9.uncusu yapılan kardeşim Otman’ın eseri “Bizim Ece Şiir Şöleni” var.
***
Ahmet Otman yaptığı bu etkinliğin adını “Bizim Ece 9. Şiir şöleni” koymuş. Biz bu etkinliği gördükten sonra kendisine hak verdik. Hakikaten bu etkinlik tam manasıyla bir şölendi. Çünkü bu şölen üç gün, üç gece süren muhteşem bir faaliyetti. Kaymakamıyla, belediye başkanıyla, kendini bu göreve adamış gönül adamlarıyla, halkıyla, esnafıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, iş adamlarının çabalarıyla can bulmuştu.
Özetleyecek olursak her şey çok mükemmel, her şey çok muhteşemdi.
ŞAİRLER GELİYOR
Yerimizin uzaklığı ve ulaşım durumu nedeniyle Salihli’ye ilk varan ben ve R.Mithat Yılmaz kardeşim oldu. Cennetten bir köşe diyebileceğimiz kadar güzel ve bakımlı Kurşunlu Kaplıcaları’ndaki odamıza yerleştik. Burasını kusursuz bir şekilde Salihli belediyesi işletiyordu. Salihli belediyesinin çok önemli özelliklerinden biriside “Ver kurtulculardan veya “Sat kurtulculardan”olmayışı idi. Pek çok tesisi kendi imkânı ile işletiyor, hem yöre insanlarına aş ve iş imkânı sunuyor, hem de belediyeye az da olsa bir gelir sağlıyordu. Kurşunlu kaplıcaları da bunlardan birisiydi. İşte o sabah bu kaplıca adeta şairler akınına uğradı.
GEZİLER VE OKULLARDAKİ PANELLER
İlçedeki gezilerimiz ilçe kaymakamı misafirperver insan Sayın Ertan Peynircioğlu’nu ziyaretimizle başladı. Akabinde Belediye Başkanı Sayın Mustafa Uğur Okay’ı ziyaretimizle devam etti. Daha sonra şairler okullarımızda öğrencilerle buluştu. Bunların içerisinde en şanslısı bizdik. İlk önce Şair ve yazar dostumuz Sedat Günay’ın müdürlüğünü yaptığı Kurtuluş F.Lütfü Karaosmanoğlu İlköğretim Okulu 8.Sınıflarına girdik. Ev sahibimiz Ahmet Otman ve sevgili kardeşim yazar ve şair R.Mithat Yılmaz’la beraberdik. Öğrencilerle şiir üzerine söyleşide bulunduk. Daha sonra İTÜ Öğretim üyesi Sayın Burhan Tarlabaşı ile birlikte Sekine Evren Anadolu Lisesine gittik orada bendenize ait “Sarıkamış’ta O Gece” başlıklı şiir bestekârı ve güftekarı ile buluştu. Şiirler okundu öğrenciler Sayın Burhan Tarlabaşı’nın icra ettiği nefis bir kaval dinletisini zevk ve hayranlıkla dinlediler.
***
Güzellikler bunlarla da sınırlı değildi. Bu rüya burada bitmiyordu… İnsanoğlunun ömür güzergâhında ya bir kere, yâda hiçbir zaman rastlayamayacağı bir güzellikler zinciriydi. Bu zincirin bir halkası da 03 Mart Cuma günü yapılan şiir şöleni idi. Yarında onu anlatacağız.
Yarını bekleyiniz…
***///***
Mehmet Şükrü Baş 15 Mart 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi
SALİHLİ RÜYASI - II -
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
SALİHLİ RÜYASI –2–
Dünden devam)
Dünkü yazımızda dilimizin döndüğünce sizlere Salihli Rüyasını anlatmaya çalıştık. Ama bu öyle bir rüya ki insanın “rüyalar gerçek olsa” şarkısıyla birlikte anlatması gerekiyor. Hakikaten bazı rüyalar hiç bitmese demek geliyordu içimizden…
***
Tarih 03 Mart 2012…
O sabah ikamet ettiğimiz Kurşunlu Kaplıcaları’nda bülbül sesiyle uyandık. Mübalağa etmiyorum değerli okurlarım. Hakikaten bülbül sesleri güneş ışıklarıyla birlikte yükseliyor insanın ruhunu bedenini ısıtıyor, şairlere ilham veriyordu.
Kar, güneş, doğa ve bülbül…
Doğanın canlandığı, dalların yeşerdiği baharın müjdelendiği bir gün… Böyle bir ortamda şair olmamak mümkün müydü?
İşte ülkenin dört bir yanından Salihli’de yaşanacak bu coşkuya koşarak gelen şairler, yazarlar, saz ve söz ustaları…
Hakikaten o gün çok farklı bir gündü.
Bir tabiat harikası olan Kurşunlu Kaplıcalarında mevsimi olmamasına rağmen gözle görülür bir kalabalık vardı. İstanbul’dan gelen İTÜ Emekli Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhan Tarlabaşı ve muhterem eşleri, “Seksen üç bahar yaşadım//Geldim bugünlere//Çocuklarım, torunlarım//Işık tutuyorlar geleceğime” diyen Ahmet Otman kardeşimin ifadesiyle şiirin annesi Neriman Ertem ve dünya tatlısı kızları bulundukları yere ışık saçıyorlardı.
Ankara’dan İsmet bora Binatlı üstadımız ve kapı komşumuz Nevin Kurulur,
İzmir’den eli öpülesi bir güzel Kamile Yeşiltepe, İsmail Göktaş ile Ercan Doğu,
Elazığ’dan ben ve kadim dostum R.Mithat Yılmaz,
Muğla’dan Nabide Kılınç,
Antakya Hatay’dan Nevra Çağlayan,
Turgutlu’dan beste fabrikatörü Musa Kalkınç,
Salihli’den bu gibi faaliyetlerin mimarı Ahmet Otman, Ahmet Boztaş, Ceylan Noyan, Emine Uysal, Gülgün Yalvaç, Hasan Sönmez, Hüseyin Karaman, İsmihan Işık Sarıgedik, Nezaket Özdemir, Osman Özel ve Sedat Günay ile diğer şair ruhlu gönül dostları nezaket, edep ve saygı içre bulunduğumuz yeri şenlendiriyorlardı.
Ben Türkiye’nin onlarca vilayet ve ilçelerinde yapılan şiir etkinliklerine katıldım ama hiç birisinde şairlerin bu kadar kısa bir zaman diliminde bu kadar sıcak ve samimi bir şekilde kaynaştıklarını, kucaklaştıklarını görmedim.
O ne samimiyet, o ne incelik ve o ne güzellikti…
Yoksa bütün bu güzellikler bu yöreye ait bir özellik miydi?
***
Saatler 14’ü gösterdiğinde Salihli Belediyesine ait tiyatro salonunda gazeteci-şair-yazar-sunucu-basın ve halkla ilişkiler uzmanı gibi pek çok meziyetleri ile Salihli’de haklı bir yer edinen Gülgün Yalvaç hanımefendinin o muhteşem sunumu ile adeta bir şairler resmigeçidi sahneye konuldu.
Salon tıka basa dolu olmasa da ilçenin sanat ve şiir sever kaymakamı Sayın Erhan Peynircioğlu ve çok sevilen Belediye Başkanı Sayın Mustafa Uğur Okay ile protokole mensup diğer misafirlerin sonuna kadar izleme nezaketini gösterdiği şiir şöleni hakikaten muhteşemdi. Şairler biri birinden güzel şiirlerini gitarist Hakan Karcı’nın eşlik etmesiyle gönüllere nakşederken kameralar çekim yapıyor, Cem Yıldırım durup dinlenmeden bu güzel organizeyi resmediyordu.
***
Sihirli kavalı ve ölümsüz besteleri ile güne damgasını vuran İTÜ Emekli Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhan Tarlabaşı dinleyenlere adeta bir resital sunarken şairlerin Kamile Sultanı Kamile Yeşiltepe hanımefendi…
*
Seni sevmek bir tanem mutlu olmaya yeter
Bu sevdan çekilmezdi özlemin olmasaydı.
Dikenler arkasında beyaz güller de biter
Bu sevdan çekilmezdi özlemin olmasaydı.
*
Diyerek gönül tellerimizi titretiyordu. Akabinde…
*
Anladım bir yalanmış masalmış bunca yaşam
Bir varmış bir yokmuş, diye hep anlatılan.
Kaç yıl yürüdüm bilmem yorgun bacaklarımla
Bir özlemle bakarım ardımdaki yıllara…
*
Diyen şiirin annesi Neriman Ertem Hanımefendi hele biz yaştaki insanları yıllar ötesine götürüyor, şiirin güzelliğini ilmik ilmik örüyordu.
Elazığ’dan gelen şairimiz sevgili kardeşim R. Mithat Yılmaz ise şiiriyle Salihli’nin bir profilini çizmekle kalmıyor Salihli’nin kültürüne kalıcı bir eser armağan ediyordu.
Bütün şairlerimiz dinlenmeye ve alkışlanmaya hakikaten değerlerdi…
ŞÖLEN SONA ERİYOR
O akşam belediyeye ait Bizim Ev Sosyal Tesislerinde verilen yemek bütün hazirunun katılımı ile sazlı, sözlü bir konsere dönüştü. 4–5 saati bulan bu muhteşem şölen “hiç bitmesin” denilmesine rağmen ne yazık ki bitiyordu…
Ve ben bu şölenin arkasında “Sonu olan hiçbir şeyi sevmem // Her şey seni sevdiğim kadar sonsuz olsun… Diyordum.
Çünkü ben Salihli’yi de, Salihlileri de sonsuz bir aşkla seviyorum.
(Devam edecek)
***///***
Mehmet Şükrü Baş 16 Mart 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi
SALİHLİ RÜYASI - III -
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
Mehmet_sukru_bas@mynet.com
SALİHLİ RÜYASI – III –
Bazı şiirler vardır bestekârına ha bire “beni bestele” der gibidir. Bazı yazılarda yazarına “devam et” emrini verir. “Salihli Rüyası” yazı dizimde bana bu emri veriyor,
Devam et diyordu!
Bende bu emir doğrultusunda “Salihli Rüyası” yazımın üçüncüsüyle huzurlarınızdayım. Nasip olursa dördüncüsünü de yazacağım.
Efendim; şair ve yazar kardeşim R.Mithat Yılmaz’ın deyimi ile Allah’ın Salih kullarından müteşekkil Salihli’yi anlatmak hakikaten çok zor. Çünkü burada gördüklerimiz, burada yaşadıklarımız ancak yaşanılınca anlatılabilecek mahiyettedir.
Öyleyse bizde anlatmaya devam edelim gördüğümüz bu rüyayı.
***
Tarih 04 Mart 2012…
Kurşunlu kaplıcalarında ikamet eden şairler dönüş hazırlığındalar. Bavullar toplanıyor, odalar terk ediliyordu. O günkü programımızda geziler, akabinde vedalaşmalar vardı.
Nefis bir kahvaltıdan sonra arabalara doluştuk ve yola koyulduk.
İlk durağımız bütün dünyada tanınan Lidya krallığının başkenti olarak bilinen ve “Altınkent” olarak da adlandırılan eski ismiyle SARDES yeni ismiyle SART kasabası idi. Bu yer Salihli’ye 9 km uzaklıkta çok önemli tarihi bir mekândı. Her adımda tarihin ayak izleri görülüyordu. Sütunları dimdik ayakta duran sinagoglar ile İncil’de ismi geçen kilise hakikaten görülmeye değer yerlerdi. Bu yerin bir başka özelliği de ilk altın sikke olan paranın burada icat edilmesi ve ilk defa burada kullanılmasıdır.
Kafilemizle yakından ilgilenen ve her ferdi teker teker bilgilendirmekten adeta zevk alan Sart Belediyesi Halkla İlişkiler Birimi Müdür Yardımcısı Musa Eser Bey’in misafirperverliği gezimize anlam katıyordu. Kendisine teşekkür etmeden geçemeyeceğim.
Tarihi yerleri gezmek, buraları hakkında bilgi almak hele hele yüzlerce resim çektirmek bizleri yormuştu. Buradan hareketle bir başka güzelliğe sahip 4 km. mesafedeki Mersindere köyündeki Yörük Çadırı’na vasıl olduk. Güneş misafirlere gülümserken ikram edilen gözlemelerin, yudumlanan demli çayların tadına doyum olmuyordu.
VEDA ANI
Her güzelliğin bir sonu olduğu gibi bu güzelliklerinde sonuna gelmiştik. İlk vedalaştığımız şair Neriman Ertem hanımefendi ile güzel kızları oldu. Akabinde Doç. Dr. Burhan Tarlabaşı ve muhterem eşlerini uğurladık arkasından diğer şairlerimizle teker teker kucaklaşıp onlara elveda ettik.
O Akşam Kurşunlu kaplıcaları sessizdi. Ben ve aynı odada kaldığım R.Mithat Yılmaz ve kapı komşumuz Antakya’dan gelen Nevra Çağlayan’dan başka kimsecikler yoktu. O gecenin sabahında kardeşim Ahmet Otman terminalde bizlere el sallarken ben ve kardeşim R.Mithat Yılmaz Manisa’ya oradan da İzmir’e doğru yol alıyor, tesadüfün böylesi güç olsa da bindiğimiz otobüsün radyosunda Yusuf Nalkesen’in o muhteşem eserini dinliyorduk.
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda buseni
Yüzüne bu türlü bakmayacaktın?
Bizde ayrıldığımız dostlarımızın yüzlerine bakmadan onların gıyabında onlara elveda diyorduk.
Elveda Allah’ın Salih kullarından meydana gelmiş güzel Salihli,
Evlada duygusal gönüllü, gani yürekli şair dostlarım!...
Elveda Ahmet Otman, Elveda Sedat Günay, elveda Gülgün Yalvaç sizleri hiç ama hiç unutmayacağım…
***///***
Mehmet Şükrü Baş 17 Mart 2012 Elazığ Nurhak ile Malatya Hâkimiyet Gazetesi
20 Mart 2012 Salı
İNSAN ŞİİR VE NESİR
HASBİHÂL MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
İNSAN ŞİİR VE NESİR
İnsanda heyecan ve hayranlık uyandıran bu nedenle isminin başında “güzel” ifadesi yer alan sanatlara “GÜZEL SANATLAR” adı verilir. Güzel sanatlar edebiyatın her dalı, resim, müzik gibi insanın gönül tellerini titreten dalların bir araya gelmesiyle vücut bulsa da heykel, mimarlık sinema ve tiyatroyu da bünyesine katar. Genele yayarsak Edebiyat, resim, heykel, mimarlık, musiki, tiyatro ve sinema gibi dallarda güzel sanatların özü tabir ettiğimiz parçalarını teşkil eder…
Güzel sanatların atar damarı incelik, sevgi ve duygusallıktır.
Duygusallığın zirve yapmadığı bir gönülde yukarıda saydıklarımızın hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Varsa da sadece kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.
Dinlediği bir şarkıda gözleri nemlenmeyen, duyduğu bir şiirden etkilenmeyen, bir yetimin gözlerindeki ışığı, bir kuzunun melemesindeki ritmi, bir kelebeğin kanadındaki yedi rengi görmeyenler elbetteki eğitimleri ne olursa olsun bu özellikleri taşımayan insanlardır.
***
Biz yaştaki insanlar ömür güzergahımızda açlığı, sefaleti yoksulluğu gördük. Işığımız “dandik” tabir edilen kendi kendisini bile aydınlatmaktan aciz bir materyaldi. Daha sonra bunun yerini gaz lambası aldıysa da gönüllerimizdeki ışık sevgiden, saygıdan ve hoşgörüden var oluyordu. Biz kalem bulur defter bulamaz, defter bulur kalem bulamazdık. İstisnalar kaideyi bozmasa da yaşadığımız yerde sinema yoktu, tiyatro yoktu, televizyon hatta hatta radyo yoktu. Gazete yoktu, kitap yoktu. Toplumla genelleşmiş güzel sanatların hemen hemen hiçbir güncelliği yoktu. Varsa da Anadolu’da yaygın değildi.Bütün bunları alt alta dizdiğimizde kendi kendimize bir soru sormak ihtiyacı doğdu.
Acaba biz şanslı mı?... yoksa şansız mı idik?...
Teknolojinin, yeniliklerin hemen hemen bütün imkanlarından yoksun olduğumuz için elbette ki şanssızdık.
Her kapının önünde bir araba, odamızda müzik seti, masamızda bilgisayar, gardolabımızda takım takım elbiseler yoktu. Bütün bu yokluk ve imkansızlıklara rağmen müziğin, sinemanın, nesrin ve şiirin en kalitelisini, en bozulmamış olanını, dahası bünyesinde ahlak olan her güzelliği biz yaşıyorduk.
***
Necip Fazıl’ın konferanslarını, Bekir Sıtkı Erdoğan’ın ölümsüz şiirlerini kendi ağızlarından dinlediğimizde kendimizden geçtik. Behiye Aksoy’un “Gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar” şarkısı ile rahmetli Sevim Tanürek’in “Kader böyle imiş ne söylesem boş” şarkılarını dinlediğimizde Türk sanat Müziğinin iliklerimize kadar işlediğini gördük. Müzeyyen Senar “keklik” şarkısını, Nezahat Bayram “Ötme Bülbül” türküsünü okuduklarında bülbüllerin sustuğunu görürdük. Zeki Müren “Bir muhabbet kuşu da ben olurum sev diye” sözleri ile başlayan şarkısını söylediğinde her katı yüreğin duygulandığına şahit olurduk. O Zeki Müren ki sanat hayatı boyunca dinleyicilerine olan saygısından seyircisine arkasını dönmemiştir. Günümüze gelindiğinde bunun yerini seyirciye kıçını açan ve kıçını gösteren sözüm ona sanatçılar gördük.
Biz bunlara “baldır bacak sanatçısı” adını verdik.
Bütün bunları görünce kendi kendimizi şanslı hissettik. Bizim zamanımızda sağlık vardı, sadelik vardı. Ne adına sanat denilen hormonlaşmış hafiflikler, ne hormonlaşmış gıdalar nede hormonlaşmış insanlar vardı.
Her şey temiz, her şey sade, her şey duruydu.
***
ilçelerde binde bir, illerde yeni yeni açılmakta olan sinemalarımızda bizleri heyecanlandıran filmler oynardı. Ayhan Işık’ın başrollerini oynadığı “Bir Avuç Toprak ile Meçhul Kahramanlar” Eşref Kolçak’ın “Düşman Yolları Kesti” ve buna benzer kanımızı kaynatan filmleri seyrettiğimizde avuçlarımız morarıncaya kadar alkışlar kendimizi onların yerine kor, onlardan daha çok o anları yaşar, paramız olsaydı o filmleri her gün seyrederdik. Çünkü biz vatanımızı, istiklal ve hürriyetimizi en mukaddes bir sevda bilirdik.
O zamanlar her gencimiz yüreğinde bir Çanakkale ruhunu yaşatırdı. Bu ruh birliğimizi bütünlüğümüzü pekiştirmeye yeterli oluyordu. Şimdiki gibi Çanakkale savaşını, cumhuriyetin kuruluşunu, özelliğini ve güzelliğini bilmeyen askerlik yapmamak içinde üniversite eğitimi gören paralı kuzular yoktu.
O dönemde kınalı kuzular vardı.
Çünkü bizim en büyük aşkımız en büyük sevdamız VATAN VE MİLLET SEVGİSİ idi…Kulaklarımıza küpe takmazdık ama bu duyguları kulaklarımıza küpe ederdik.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 27 Şubat 2012
mehmet_sukru_bas@mynet.com
İNSAN ŞİİR VE NESİR
İnsanda heyecan ve hayranlık uyandıran bu nedenle isminin başında “güzel” ifadesi yer alan sanatlara “GÜZEL SANATLAR” adı verilir. Güzel sanatlar edebiyatın her dalı, resim, müzik gibi insanın gönül tellerini titreten dalların bir araya gelmesiyle vücut bulsa da heykel, mimarlık sinema ve tiyatroyu da bünyesine katar. Genele yayarsak Edebiyat, resim, heykel, mimarlık, musiki, tiyatro ve sinema gibi dallarda güzel sanatların özü tabir ettiğimiz parçalarını teşkil eder…
Güzel sanatların atar damarı incelik, sevgi ve duygusallıktır.
Duygusallığın zirve yapmadığı bir gönülde yukarıda saydıklarımızın hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur. Varsa da sadece kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur.
Dinlediği bir şarkıda gözleri nemlenmeyen, duyduğu bir şiirden etkilenmeyen, bir yetimin gözlerindeki ışığı, bir kuzunun melemesindeki ritmi, bir kelebeğin kanadındaki yedi rengi görmeyenler elbetteki eğitimleri ne olursa olsun bu özellikleri taşımayan insanlardır.
***
Biz yaştaki insanlar ömür güzergahımızda açlığı, sefaleti yoksulluğu gördük. Işığımız “dandik” tabir edilen kendi kendisini bile aydınlatmaktan aciz bir materyaldi. Daha sonra bunun yerini gaz lambası aldıysa da gönüllerimizdeki ışık sevgiden, saygıdan ve hoşgörüden var oluyordu. Biz kalem bulur defter bulamaz, defter bulur kalem bulamazdık. İstisnalar kaideyi bozmasa da yaşadığımız yerde sinema yoktu, tiyatro yoktu, televizyon hatta hatta radyo yoktu. Gazete yoktu, kitap yoktu. Toplumla genelleşmiş güzel sanatların hemen hemen hiçbir güncelliği yoktu. Varsa da Anadolu’da yaygın değildi.Bütün bunları alt alta dizdiğimizde kendi kendimize bir soru sormak ihtiyacı doğdu.
Acaba biz şanslı mı?... yoksa şansız mı idik?...
Teknolojinin, yeniliklerin hemen hemen bütün imkanlarından yoksun olduğumuz için elbette ki şanssızdık.
Her kapının önünde bir araba, odamızda müzik seti, masamızda bilgisayar, gardolabımızda takım takım elbiseler yoktu. Bütün bu yokluk ve imkansızlıklara rağmen müziğin, sinemanın, nesrin ve şiirin en kalitelisini, en bozulmamış olanını, dahası bünyesinde ahlak olan her güzelliği biz yaşıyorduk.
***
Necip Fazıl’ın konferanslarını, Bekir Sıtkı Erdoğan’ın ölümsüz şiirlerini kendi ağızlarından dinlediğimizde kendimizden geçtik. Behiye Aksoy’un “Gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar” şarkısı ile rahmetli Sevim Tanürek’in “Kader böyle imiş ne söylesem boş” şarkılarını dinlediğimizde Türk sanat Müziğinin iliklerimize kadar işlediğini gördük. Müzeyyen Senar “keklik” şarkısını, Nezahat Bayram “Ötme Bülbül” türküsünü okuduklarında bülbüllerin sustuğunu görürdük. Zeki Müren “Bir muhabbet kuşu da ben olurum sev diye” sözleri ile başlayan şarkısını söylediğinde her katı yüreğin duygulandığına şahit olurduk. O Zeki Müren ki sanat hayatı boyunca dinleyicilerine olan saygısından seyircisine arkasını dönmemiştir. Günümüze gelindiğinde bunun yerini seyirciye kıçını açan ve kıçını gösteren sözüm ona sanatçılar gördük.
Biz bunlara “baldır bacak sanatçısı” adını verdik.
Bütün bunları görünce kendi kendimizi şanslı hissettik. Bizim zamanımızda sağlık vardı, sadelik vardı. Ne adına sanat denilen hormonlaşmış hafiflikler, ne hormonlaşmış gıdalar nede hormonlaşmış insanlar vardı.
Her şey temiz, her şey sade, her şey duruydu.
***
ilçelerde binde bir, illerde yeni yeni açılmakta olan sinemalarımızda bizleri heyecanlandıran filmler oynardı. Ayhan Işık’ın başrollerini oynadığı “Bir Avuç Toprak ile Meçhul Kahramanlar” Eşref Kolçak’ın “Düşman Yolları Kesti” ve buna benzer kanımızı kaynatan filmleri seyrettiğimizde avuçlarımız morarıncaya kadar alkışlar kendimizi onların yerine kor, onlardan daha çok o anları yaşar, paramız olsaydı o filmleri her gün seyrederdik. Çünkü biz vatanımızı, istiklal ve hürriyetimizi en mukaddes bir sevda bilirdik.
O zamanlar her gencimiz yüreğinde bir Çanakkale ruhunu yaşatırdı. Bu ruh birliğimizi bütünlüğümüzü pekiştirmeye yeterli oluyordu. Şimdiki gibi Çanakkale savaşını, cumhuriyetin kuruluşunu, özelliğini ve güzelliğini bilmeyen askerlik yapmamak içinde üniversite eğitimi gören paralı kuzular yoktu.
O dönemde kınalı kuzular vardı.
Çünkü bizim en büyük aşkımız en büyük sevdamız VATAN VE MİLLET SEVGİSİ idi…Kulaklarımıza küpe takmazdık ama bu duyguları kulaklarımıza küpe ederdik.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 27 Şubat 2012
DEMİREL'DEN İNCİLER
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
Mehmet_sukru_bas@mynet.com
DEMİREL’DEN İNCİLER
Bugün kaynağını “http://www.internethaber.com/suleyman-demirelden-inciler” başlıklı siteden aldığım siyasetin duayeni devlet ve siyaset adamı Süleyman Demirel’den inciler başlığı altında ona özgü sözlerinden oluşan bir buket hazırladım.
Süleyman Demirel bu ülkeye pek çok yenilikler getirmiş, unutulmayacak hizmetlere imza atmıştır. O bir değil değişik adlar altında birkaç siyasi partiye genel başkanlık, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Güler yüzlülüğü, hoş sohbeti ve sınırsız hoşgörüsüyle gönüllerde taht kurmuştur.
Yollar Yürümekle aşınmaz, Dün dündür bugün bugündür, Gap’ı gap diye kimselere gaptırmam, Fırat kenarındaki bir kuzudan ben sorumluyum ve vadı da vermedik mi? Gibi ifadelerle siyaset literatürümüzde yer almış bir liderdir.
Onu saygıyla anıyor ve onu özlüyoruz…
***
Erzurum depreminde Demirel’in mühendisliğini yaptığı bina yıkılmıştır. Demirel’in buna cevabı şöyle olur: “O bina 35 yıl ayakta durdu diye kimse takdir etmiyor da, niye yıkıldı diye herkes eleştiriyor?” der.
***
Seçmenlerle bir seçim öncesi sohbetinde işsizlik konusunda çok iddialı sözler sarf eder: "Göreceksiniz iktidara geldiğimiz zaman işsizlik problemini üç ay, evet, üç ay içerisinde çözeceğiz. bakın bunun altını çizerek söylüyorum. o sırada not almakta olan gazeteciye döner:
“Sen de altını çiz o satırların" der.
Aradan 10-11 ay gibi bir zaman geçer. Demirel başbakandır ama işsizlik sorunu çözülmemiştir! O günkü konuşmasında bulunan ve not alan gazeteci kendisini ziyaret eder. Demirel yaptıklarını, yapamadıklarını, önündeki engelleri vs. anlatır. Söz sırası kendisine geldiğinde not almış olan gazeteci malum kağıdı çıkartır ve gösterir. ikisi arasındaki diyalog şöyle gelişir:
“Efendim siz bize işsizliği üç ay içerisinde bitireceğinizi vurgulamış ve 'bunun altını çizin' demiştiniz ben de çizmiştim. buyurun."
“Kağıdı vermene gerek yok. o gün 'altını çizin' demiştim değil mi? çıkar kalemini tekrar al kağıdı eline bul o satırları. buldun mu? Hah tamam; şimdi de üstünü çiz!
***
60’lı yıllar… Kıbrıs meselesi nedeniyle İngiltere ile Türkiye’nin arası kötü. tam da bu sırada Demirel İngiltere’ye ziyarete gidiyor. dönüşte gazetecilerle arasında geçen diyalog ise şöyle:
“Efendim, neden ingiliz dış ilişkiler bakanı’nın elini sıktınız?
“Neresini sıkacaktım kardeşim?”
***
Demirel Başbakan. 12 ada konusunda Yunanistan ile yine sorun yaşanmış, karşılıklı kılıçlar çekilmiş. ertesi gün kabine toplanmış ve toplantı uzun saatler sürmüş. dışarıda gazeteciler merakla yapılacak olan açıklamayı bekliyor:
“Sayın başbakan, Yunanistan Ege Denizi'nin bir Yunan gölü olduğunu iddia ediyor. cevabınız ne olacak?
“Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir yunan gölü de değildir. Ege zaten bir göl de değildir! Cevabını verir.
***
Başbakanlık kapısında bekleyen bir atı ölmüş ama iki at parası isteyen yaşlı amcaya “Niye biz mi öldürdük?” cevabını verir.
***
Süleyman Demirel’in, zamanında benzin yokluğu hakkında kendisine gazetecilerden yönelen sorulara “Benzin vardı da biz mi içtik? “ cevabı meşhurdur.
***
Başbakanken bir programda kendisine "sizi o bulunduğunuz yerden altı defa indirdiler, hala orada nasıl duruyorsunuz?" diyen gazeteciye “Ben altı kere gittiysem yedi kere de geldim” demiştir.
***
Bir gazetecinin Demirel’e “efendim, derin devlet nedir?” sorusuna Demirel “Derin devlet, normal devletin raydan çıkmış halidir.” Cevabını verir.
***
1980 yılı öncesi Bülent Ecevit için “Dört kaz teslim etsen, akşama üçünü kaybedip gelir” demesiyle ünlüdür.
***
Demirel’in bulunduğu kalabalık bir ortamda Demirel’e; “Efendim Türkiye’nin durumunu tek kelimeyle özetler misiniz?” deyince Demirel: Türkiye’nin durumunu tek kelimeyle özetlemek gerekirse “Eyidir” derim. İki kelimeyle özetlemek gerekirse “Eyi değildir” derim.
***
Üniversite ziyaretlerinden birinde sol görüşlü bir öğrenci Demirel’i sıkıştırmaya çalışır.
“Türkiye’de yapılan her türlü işi sahiplenmek gibi bir adetiniz var…deyince…
Demirel:
“Sen nerde oturuyorsun?
“Niye ki? Kadıköy’de!”
“Hah işte buraya her gün gelmek için üstünden geçtiğin o köprü var ya
“Evet”
“İşte onu ben yaptım!”
***
Türkiye’nin Avrupa birliğine girmek için tarih alma konusunu şu fıkrayla değerlendirmiştir. “Avrupa Birliği'ne girmek isteyenler sınava alınıyor. Bulgaristan sınava giriyor, 'atom bombası ne zaman atıldı' diye soruluyor. '1945' diyor, 'geçtin' deniyor.
Daha sonra Romanya sınava giriyor. 'Atom bombası nereye atıldı' deniyor, 'Japonya’ya' diyor, 'Sen de geçtin' deniyor.
Sıra Türkiye’ye gelince 'Atom bombası atıldıktan sonra ölenlerin isimleri, soyadları, doğum yerlerini söyleyin' deniliyor.
***
Gaz sıkıntısı için hükümet ne gibi önlemler alıyor diye soran gazeteciye…”Memleketin gazı vardır” diyor.
***
Gazeteci: sayın Demirel, yıldırım Akbulut için ne düşünüyorsunuz? Deyince..
Demirel:
“Bulut buluttur, bulutun akı da buluttur garası da buluttur. Binaenaleyh, üzerine gonuşmaya değmez.”
***
Bizde dün ile bugünü, bu günkü siyasetçilerle Demirel’i karşılaştırdığımızda “gonuşmaya değmez” diyoruz.
***
kaynak : http://www.internethaber.com/suleyman-demirelden-inciler
***///***
Mehmet Şükrü Baş 23 Şubat 2012 Elazığ
Nurhak ve Malatya Hâkimiyet Gazetes
ATATÜRK'ÜM OLMASAYDI
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
ATATÜRK’ÜM OLMASAYDI
Bir toplumun bütün bireyleri tarafından benimsenen, sevilen ve değer verilen özellikleri vardır.Bunlar o toplumun vazgeçilmezleridir. Eğer ki o toplum gün gelirde bu vazgeçilmezlerden vazgeçme gafletine düşerlerse o toplum her türlü musibete razı olmuş demektir.
Siz hiç babasına “moruk” diyen babasına evlatlık görevini layığı veçhile yerine getirmeyen birisinin evladından hayır gördüğünü gördünüz veya duydunuz mu?...
İşte bir toplumun özünü teşkil eden sözünü ettiğimiz değerler ayaklar altına alınınca bazı meczuplar, bazı kendini ve tarihini bilmezler o değerlere saldırmaya başlıyorlar.
Eğer ki bir siyasetçimiz “Hacca gidip de ne yapacaksınız?...Araplara para kazandırmanın alemi ne?...” diye talihsiz bir beyanda bulunmasaydı bugünkü siyaset tablosu bu görüntüde olmazdı.
Adam kalktı nüfusunun yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede salyangoz pazarladı.
Sizce bu Pazar Pazar olur mu?...
Olmadı ve olamazda…
***
Türk toplumu okumayan, araştırmayan bir toplum olabilir lakin Türk toplumu tarihine, tarihini şanla şerefle yazan liderlerine her zaman ve her zeminde sahip çıkmışlardır.
Tabi sütü bozuklar hariç.
***
Bu millet Fatih Sultan Mehmet gibi çağ kapayıp çağ açan bir Türk büyüğünü unutabilir mi?...
Bu millet dört bir yandan bölünmüş parçalanmış dünya devletleri tarafından “hasta adam” olarak bilinen bir ülkeyi kazma kürekle
Savunmuş ülkemizle birlikte arımızı, namusumuzu, hürriyet ve istiklalimizi kurtarmış bir büyük lidere saygısızlık yapabilir mi?...
Ne yazık ki yapılıyor.
***
* Bu ülkede Müslüman’ım diyerek Müslümanlığın (M) sini bilmeyen yobazlar, din tüccarlığı yapan sözüm ona dindarlar…
* Bu ülkede profluk makamına kadar yükselmiş, üniversitelerde kürsü sahibi olmuş ancak bir sığır çobanından bile cahil kalmış pof’lar.
* Bu ülkede siyaset sahnesinde yer almış Atatürk’ün kurduğu meclise milletin vekili olarak girmiş ancak gaflet dalalet ve ihanet içerisinde yer almış milli ve manevi bütün değerlerine dil uzatmış sözüm ona mebuslar,
* Vatanın bağrına saplanmış o kanlı hançerin çıkarılması, vatanın kurtarılması için lise tahsilini bırakıp da Çanakkale’ye koşan 253 bin kınalı kuzuya “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyerek Çanakkale’yi geçilmez kılan şühedalarımızla birlikte Ulu Önder Atatürk’e hala saygısızlık yapan ister kız ister erkek, ister imam hatipli ister düz liseli, ister üniversiteli kim olursa olsun bu gibi meczupların Atatürk’üme dil uzatmaları onun resmi veya büstü önünde ona saygısızlık yapmaları, kırıp parçalamaları ihanetlerin en büyüğüdür.
Vatana, millete, milli ve manevi değerlere ihanettir.
Gün gelir bu ülkede yoksulluk biter, yolsuzluk biter, terör biter ama bu gibi ihanetler dal olur, budak olur, felaketlere ve cehenneme giden yol olur.
***
Dikkat ederseniz….Üzerimizde bir baykuş kanat çırpıp duruyor. Hep üzücü ve sıkıcı haberlerle adeta günlerimizi zehrediyor. Bu güzel yurdumun düştüğü duruma bir bakınız!... Sanki "Haçlı Ruhu" yeniden canlanmış, bizi bir kapan içerisine alarak etkisiz, tesirsiz, güçsüz ve biçare bırakmak isteyen devletler topluluğu karanlık emellerini büyük bir maharetle sahneye koymaktadırlar.
Her gün yeni yeni isteklerle kabul edilemeyecek taleplerle karşımıza çıkıp utanmadan, sıkılmadan yeni yeni tavizler istemektedirler.
Hak ve hukukumuza, milli ve manevi değerlerimize, eğitimimize, savunmamıza, din ve inançlarımıza akla gelen her ulvi değerlerimize müdahale edip bütün bu değerlerden vazgeçmemizi yüzleri hiç kızarmadan istemektedirler.
Bir koca İmparatorluğun kültürünü yok sayıp kendilerine uygun bir kültürle (ki varsa) karşılarına çıkmamızı istiyorlar. Bu isteklerine içimizdeki beyinsizlerin, birlik ve bütünlüğümüze dil uzatan, ülkemizin kurtarıcıcı Atatürk’e elle, dille, şiir ve nesirle hakaret edenlerin varlığı ile de bu ihanetin boyutları genişliyor.
Destekleniyor taraf buluyor.
***
Yazımızı, yazımızın özünü özetleyen bir değerli şairimizin bir şiiriyle noktalayalım. Şairimiz diyor ki!...
İşgaldeki hali sakın unutma,
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çıkardın amma!!!
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz...
Ben bu yazımı; bu gibi kendini, örf ve ananesini, tarihini ve kültürünü bilmez okumuş, okumamış, mektepli mektepsiz bütün cahil, gafil ve hainlere ithaf ediyorum.
Allah kabul etsin…
***///***
Mehmet Şükrü Baş 23 Şubat 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi ile Malatya Hâkimiyet Gazetesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)