MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
AHA ZİL ÇALDI!
Öğrenciliğimizde teneffüslerde bile takım kurar, futbol oynardık. Daha top ayağımıza gelmeden zil sesini duyduğumuzda “Aha zil çaldı!” derdik.
Aha zil çaldı!
O günden bugüne aradan kaç yıl geçti dersiniz?
Şairin dediği gibi “Saymadım kaç yıl oldu.”
Evet, hiçbir zaman olmayan okul çantamıza el sürmeyeli, sıralarımıza geçip oturmayalı kaç yıl oldu acaba? On mu, yirmi mi, otuz mu, kırk mı?
Tam 50 yıl. Tebeşir kokusuna hasret kaldığımız koskoca bir 50 yıl, bir yarım asır.
***
Hani her 23 Nisan’da çocuklar hâkimlerin, savcıların, kaymakamların, valilerin koltuklarına oturur, onları bir iki saatliğine temsil eder, iki saatliğine de olsa hâkim, savcı, vali, kaymakam olurlar ya. Ne olurdu birileri bizleri de bu yaşta o koltuklardan birine oturtsaydı. İki saatliğine “Ne olmak istiyorsan ol.” deselerdi. Acaba ben o zaman hangi koltuğa otururdum. Bir iki saatliğine vali mi olurdum, kaymakam mı olurdum, hâkim, savcı mı olurdum; yoksa öğrenci veya öğretmen mi olurdum?
Birisi bana “Bu koltuklardan birisine otur.” deseydi hiç tereddüt etmeden öğrencilerin oturduğu sıraya veya öğretmenlerin kara tahta önündeki kürsüsüne otururdum.
Ya öğretmen, ya öğrenci olurdum.
Ya öğrenen, ya öğreten olurdum.
Çünkü dünyada öğrenenden veya öğretenden daha mübarek bir mesleğin olduğuna inanmıyorum.
Çünkü bu dünyada adam gibi adam olmak, adam gibi yaşamak istiyorsan ya öğrenen, ya da öğreten olacaksın. Yaşıyorsan öğreneceksin, yaşıyorsan öğreteceksin. İlim Çin’de olsa Çin’e gideceksin. Ot gibi gelip palak gibi gitmeyeceksin.
Bu yüzden birileri bana “Gel seni iki saatliğine istediğin makama getireyim.” dese hiç çekinmeden ya öğrenci ya da öğretmen olurum.
Ya öğrenci olur öğretmenimin ellerinden ya da öğretmen olur öğrencilerimin gözlerinden öperdim.
***
Öğrenci olur Allah’ın ilk emri olan “ Oku! Yaradan Rabbin adıyla oku!” emrine riayet ederdim ve Hazreti Ali’nin dediği gibi “Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurdum.” Çünkü Yüce Rabbim bir tek öğretenin kapısında kul, köle olmayı emrediyor. Bunun haricinde kulun kula, kul olmasını yasaklıyor. Görüyor musunuz öğrenmenin veya öğretmenin Allah katındaki faziletini?
Onun içindir ki Nebiler Nebisi Peygamberimiz, insanların insan olabilmeleri için “İlim Çin’de de olsa öğreniniz.” demiştir.
İlim Çin’de de olsa öğreniniz; ilim için, irfan için Çin’e dahi gidiniz.
***
Saygıdeğer öğretmenlerim!
Sizlerin üzerinde çok büyük sorumluluklar vardır, büyük veballer vardır. Ulu önder Atatürk ülkenin geleceğinden sizleri sorumlu tutuyor. Sizler bu ülkenin temel taşları, cumhuriyetin teminatlarısınız. Hâla 45 kişilik sınıflarda eğitim verseniz de, semt pazarlarında nane, limon satsanız da, bir ceketle birkaç kışı geçirseniz de görevinizi tam olarak yapacaksınız. Zira siz bütün meslek dalları içerisinde eli öpülecek, saygı duyulacak tek insanlarsınız.
***
Ve siz sevgili öğrencilerim. Ne olur bir günlüğüne sizlerin yerinde olabilseydim. Oturduğunuz sıralarda ben de oturabilseydim, tebeşir tozlarını ben de içime çekebilseydim ve yeniden dünyayı tanıyabilseydim.
Ne olurdu?
Yine teneffüslerde bahçeye çıkıp, takım kurup, maça çıksaydım ve zil çalındığında “Aha zil çaldı!” diyebilseydim.
Ne olurdu?
***
Eğitim ve öğretim yılının öğrencilerimize ve öğretmenlerimize, onların şahsında ülkeme hayırlara vesile olmasını diliyor, bütün öğrencilerimin gözlerinden, küçük büyük bütün öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum.
***///***
Bu yazı 20 Eylül 2010 Elazığ Nurhak ve 20 Eylül 2010 tarihli Malatya Hâkimiyet gazetelerinde yayınlanmıştır. M.Ş. Baş
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder