7 Temmuz 2012 Cumartesi
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
Mehmet_sukru_bas@mynet.com
BİR ZAMANLAR 19 MAYIS
Bugün 17 Mayıs 2012
İki gün sonra 19 Mayıs Bayramımız kutlanacak.
Ama nerede?...
Okul Müdürleri lütfederse okullarımızda, sınıflarımızda,
Lütfetmezlerse kutlanılmayacak.
Peyder pey iki sene beş sene sonrada kaldırılacak.
***
1960’lı yıların başlarıydı.
Mezre Orta Okulundaydım.
Okulunda 19 Mayıs Bayramı etkinlikleri takımındayım.
Rahmetli ağabeyim borç harç edip 19 Mayıs’ta giyinmem için bir mavi gömlek, bir beyaz pantolon, bir gri keten ayakkabı almıştı. O gece sabaha kadar kirpiğim kirpiğime değmedi, sevincimden uyuyamadım.
Sabahı okula koştuk, sıraya girdik beden eğitimi öğretmenimizin refakatinde Atatürk Stadına doğru yürüyemeye başladık. Geçtiğimiz yerlerde kadını, erkeği, genci, yaşlısı bizleri alkışlıyor yüreğimizdeki 19 Mayıs ruhunu pekiştirmeye çalışıyorlardı.
Atatürk Stadyumu şimdiki vilayetin yeriydi. Tek bir tribünü vardı. Toprak bir sahaydı. Ellerimizde değnekler vardı. Bu değneklerle hareket yapacaktık. Stad tıklım tıklım doluydu.
Çünkü o zamanlar bu Milet daha duyarlı daha coşkuluydu.
İstiklal marşını duyan her insan bulunduğu yerde çakılır kalır, esas duruşa geçer, İstiklal Marşı bitinceye kadar onu saygıyla dinlerdi. Çünkü istiklal marşı onun onuruydu gururuydu.
Bayramlarda öyleydi.
19 Mayıs Bayramı Gençlik Bayramıydı… Türk Gençliği Bugün Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a neden çıktığını bilir. O gün İstiklal ve Hürriyet için yakılan meşalenin ışığında aydınlanırdı.
İşte aydınlık buydu.
Aydın olmak, vatandaş olmak, adam olmak buydu.
***
19 Mayıs bayramında atletik gençlerimizin yaptığı biri birinden coşkulu hareketler, kuleler, ateş çemberinden geçmeler görülmeye değerdi. Hareketlerimizi yaptık stada coşkulu bir alkış aldık. Stadın bir kenarına geçip liseli ağabeylerimizin yaptıkları hareketlere alkış tuttuk.
Bir kardeşlik ruhu hâkimdi statta…
Gönüllerde bir sevgi vardı ki bu sevginin tarifi olmuyordu.
Bu sevgi vatan sevgisiydi,
AH BU VATAN SEVGİSİ,
SEVGİLERİN EN İYİSİ,
CAN İÇİNDE CAN
ÖNCE VATAN ÖNCE VATAN...
***
Daha iki gün var 19 Mayıs’a….
Gelin o gün Yunus’un deyimi ile birlik olalım, gelin dirlik olalım.
19 Mayıs Bayramının mübarek ruhuna kapılıp vitrinlerimize, balkonlarımıza şanlı bayrağımızı asıp, ellerimizdeki bayraklarla birlikte bu coşkuya ortak olalım. 19 Mayıs’ın mübarek ruhuna diyorum. Bunu anlayanlar anlar. 19 Mayıs’ın nasıl ve ne şartlarda yapıldığını, neden yapıldığını, kimlere karşı yapıldığını anlayanlar anlar.
Eğer ki!
19 Mayıs’ta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk kırık dökük bir gemiyle gece yarıları Karadeniz’in azgın sularında hayatını ortaya koyup Samsun’un mübarek topraklarına çıkmasaydı!….
Orada istiklal ve hürriyet meşalesini yakmasaydı!…
Ne bayrak olurdu gönderde,
Ne ezanlar okunurdu minarelerdi.
Baykuşlar konardı göndere,
Çan çalardı minarede, çanlar çalardı…
***
Ey aziz milletim
Ey Ulu Önder Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği” diye hitap ettiği sevgili gençlerim 19 Mayıs Bayramınız kutlu olsun.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 17 Mayıs 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi
Mehmet_sukru_bas@mynet.com
BİR ZAMANLAR 19 MAYIS
Bugün 17 Mayıs 2012
İki gün sonra 19 Mayıs Bayramımız kutlanacak.
Ama nerede?...
Okul Müdürleri lütfederse okullarımızda, sınıflarımızda,
Lütfetmezlerse kutlanılmayacak.
Peyder pey iki sene beş sene sonrada kaldırılacak.
***
1960’lı yıların başlarıydı.
Mezre Orta Okulundaydım.
Okulunda 19 Mayıs Bayramı etkinlikleri takımındayım.
Rahmetli ağabeyim borç harç edip 19 Mayıs’ta giyinmem için bir mavi gömlek, bir beyaz pantolon, bir gri keten ayakkabı almıştı. O gece sabaha kadar kirpiğim kirpiğime değmedi, sevincimden uyuyamadım.
Sabahı okula koştuk, sıraya girdik beden eğitimi öğretmenimizin refakatinde Atatürk Stadına doğru yürüyemeye başladık. Geçtiğimiz yerlerde kadını, erkeği, genci, yaşlısı bizleri alkışlıyor yüreğimizdeki 19 Mayıs ruhunu pekiştirmeye çalışıyorlardı.
Atatürk Stadyumu şimdiki vilayetin yeriydi. Tek bir tribünü vardı. Toprak bir sahaydı. Ellerimizde değnekler vardı. Bu değneklerle hareket yapacaktık. Stad tıklım tıklım doluydu.
Çünkü o zamanlar bu Milet daha duyarlı daha coşkuluydu.
İstiklal marşını duyan her insan bulunduğu yerde çakılır kalır, esas duruşa geçer, İstiklal Marşı bitinceye kadar onu saygıyla dinlerdi. Çünkü istiklal marşı onun onuruydu gururuydu.
Bayramlarda öyleydi.
19 Mayıs Bayramı Gençlik Bayramıydı… Türk Gençliği Bugün Ulu Önder Atatürk’ün Samsun’a neden çıktığını bilir. O gün İstiklal ve Hürriyet için yakılan meşalenin ışığında aydınlanırdı.
İşte aydınlık buydu.
Aydın olmak, vatandaş olmak, adam olmak buydu.
***
19 Mayıs bayramında atletik gençlerimizin yaptığı biri birinden coşkulu hareketler, kuleler, ateş çemberinden geçmeler görülmeye değerdi. Hareketlerimizi yaptık stada coşkulu bir alkış aldık. Stadın bir kenarına geçip liseli ağabeylerimizin yaptıkları hareketlere alkış tuttuk.
Bir kardeşlik ruhu hâkimdi statta…
Gönüllerde bir sevgi vardı ki bu sevginin tarifi olmuyordu.
Bu sevgi vatan sevgisiydi,
AH BU VATAN SEVGİSİ,
SEVGİLERİN EN İYİSİ,
CAN İÇİNDE CAN
ÖNCE VATAN ÖNCE VATAN...
***
Daha iki gün var 19 Mayıs’a….
Gelin o gün Yunus’un deyimi ile birlik olalım, gelin dirlik olalım.
19 Mayıs Bayramının mübarek ruhuna kapılıp vitrinlerimize, balkonlarımıza şanlı bayrağımızı asıp, ellerimizdeki bayraklarla birlikte bu coşkuya ortak olalım. 19 Mayıs’ın mübarek ruhuna diyorum. Bunu anlayanlar anlar. 19 Mayıs’ın nasıl ve ne şartlarda yapıldığını, neden yapıldığını, kimlere karşı yapıldığını anlayanlar anlar.
Eğer ki!
19 Mayıs’ta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk kırık dökük bir gemiyle gece yarıları Karadeniz’in azgın sularında hayatını ortaya koyup Samsun’un mübarek topraklarına çıkmasaydı!….
Orada istiklal ve hürriyet meşalesini yakmasaydı!…
Ne bayrak olurdu gönderde,
Ne ezanlar okunurdu minarelerdi.
Baykuşlar konardı göndere,
Çan çalardı minarede, çanlar çalardı…
***
Ey aziz milletim
Ey Ulu Önder Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği” diye hitap ettiği sevgili gençlerim 19 Mayıs Bayramınız kutlu olsun.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 17 Mayıs 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi
19 MAYIS'I ANLAMAK
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
19 MAYIS’I ANLAMAK VE ATATÜRK’Ü TANIMAK
İki binli yılların başlarıydı sanıyorum. Tokat Turhal’da görev yapan oğlumu ve torunlarımı görmek için Turhal’a gittim. Bir iki gün sonra oğlum “Baba seni bir yere götüreceğim” dedi. Ben piknik veya doğa güzelliği olan bir yere gideceğimizi sandım “İyi gidelim” dedim.
Sabahı kalktık arabamıza bindik gidiyoruz. Ama ben hala nereye gittiğimi bilmiyorum. Amasya’yı geçtik Samsun’a doğru yol almaya başladık. Samsun plakalarını görünce Samsun’a gideceğimizi anladım.
Benim gönlümdeki Atatürk sevgisinin ne kadar derin olduğunu bilen oğlum “Baba Samsun’a gidiyoruz” dedi ve Samsun’a gittik.
BANDIRMA VAPURU
O gece yeğenimler de kaldık. Sabahı hep birlikte geziye çıktık. İlk durağımız sahildeki Bandırma Vapuru idi. Bandırma vapurunu gezerken o geceyi yaşar gibi oldum. Ulu Önder Atatürk’ün istiklal ve hürriyet meşalesini yakmak için hangi koşul ve hangi şartlarda yola salındığını düşündüm.
Köhne bir vapur,
Azgın bir deniz,
Kısıtlı bir imkân,
Olmayan bir hürriyet,
İşte bunun belgesi…
***
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919 günü müttefik işgal orduları namına hareket eden İngiltere'nin Karadeniz Ordusu kumandanı General Milen, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'ya bir mektup gönderir. Mektupta şöyle denilmektedir.
***
"Devletlû Efendim Hazretleri,
Dokuzuncu Ordunun bir teşkilat icabı olarak lağvedildiği anlaşılmış iken Dokuzuncu Ordu'dan bir müfettişin bu orduya mensup bir heyetle Sivas'a gitmeleri hayretimize mucip olmuştur. Bu konuda bilgilendirilmemiz gerekmektedir. Bu hususta kendimi sorumlu gördüğümden bu heyetin Sivas'a ne maksatla gittiklerinin bildirilmesi istirham ederim.(*)
***
Bu sorunun yani Ulu Önder Atatürk'ün bu tarihte Sivas'a neden gittiğinin cevabı bu günün resmi bayram statüsüne alınarak her yıl gururla kutladığımız 19 Mayıs bayramlarında verilmektedir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkışını ve orada Hürriyet ve istiklal meşalesini yaktığı o gün Türk'e pranga vurmaya kalkışan gafillerin gün geldiğinde hezimete uğrayacaklarının bir işaretidir. İngiliz generalindeki ileri görüşlük hakikaten takdire şayandır. General o tarihte Mustafa Kemal'in dehasını, kafasındaki ideali ve ufkunu öylesine kuvvetli bir şekilde tahmin edebilmiş ki tarih bu gün kendisini ve endişesini haklı çıkarmıştır. Bu tedirginlik korkulan adam daha yolda iken yani Atatürk'ten duyulan bir korkunun önsezisiydi.
Ah ne olurdu O yüce İnsanı o Ulu Önder'i bizlerde tam olarak tanıyabilsek, bizlerde anlayabilseydik. Onun ilke ve inkılâplarına sarılabilsek onun gösterdiği hedeflere doğru koşabilseydik.
Ne olurdu?...
Devam edelim konumuza.
***
Ulu Önder Atatürk’ü Karadeniz’in azgın suları ile boğuşa boğuşa Samsun’a getirmeyi başaran Bandırma Vapuru’ndayız…
Vapuru gezdikçe merakım galeyana geliyor “Olamaz” diyorum “Olamaz” Çocuklar yetişiyor imdadıma “Baba ne olamaz” diyorlar. Ben yine “Olamaz” diyor ve sözlerime devam ediyorum. “O koca Atatürk o tarihlere sığmayan büyük Önder bu küçücük vapura nasıl sığmış?... Anlayamıyorum. İşte “Olamaz” dediğim budur.
“Hakikaten olamaz….”
Çünkü o büyük devlet adamı, o tarihlere yön veren büyük lider… Ulu Önder Atatürk gözümde ve gönlümde o kadar büyük ki onun sığabileceği bir mekânı tahmin edemiyorum.
***
Şimdi bazı din tüccarı yobazlar bana “Bre gafil Atatürk’te bir insan değil mi?...Büyük olan Allah’tır. Sen nasıl böyle düşünürsün…? Diyeceklerdir.
Varsın desinler…
Ben onları Allah’la arama koymuyorum. Ben dini siyasete alet etmiyorum, ben din ticareti yapmıyorum. Elbette ki yüce olan, elbette ki büyük olan, elbette ki daim olan Allah’tır lakin ortada kimilerinin anlayamadığı bir 19 Mayıs ruhu vardır. Bu ruh olmasaydı adımız Ahmet, Mehmet, Ayşe Fatma olur, minarelerimizde ezan, camilerimizde kur’an okunur muydu?...
O yüce Allah’a ibadetimiz olur muydu?..
Şair ve Yazar kardeşim Dursun Elmas’ın “ATATÜRK’ÜM OLMASAYDI” adlı o muhteşem şiirinde dediği gibi…
***
Haçlı ruhu delirmişti
'Koca Çınar' devrilmişti.
Bu yurt bile verilmişti
Atatürk'üm olmasaydı...
Saldırmıştı onca düşman
Seyrindeydi bütün cihan
Teslimdeydi ana vatan
Atatürk'üm olmasaydı...
Kahpe düşman gitmiyordu
Zulüm bitmek bilmiyordu
Ocağımız tütmüyordu
Atatürk'üm olmasaydı...
Silinmişti kimliğimiz
Bozulmuştu birliğimiz
Yok olmuştu dirliğimiz
Atatürk'üm olmasaydı...
Bu günlere gelemezdik
Okul nedir bilemezdik
Kitap yüzü göremezdik
Atatürk'üm olmasaydı.
Bayrak olmazdı gönderde
Çan çalardı minarede
Baykuş tünerdi camide
Atatürk'üm olmasaydı...
Özgür ülke olamazdık
Bu toprakta kalamazdık
Vatan bile bulamazdık
Atatürk'üm olmasaydı...
***
Aşık Veysel’de diyordu ki!...
“Koyun kurt ile gezerdi /// Fikir başka başk'olmasa”
***
Bizde aynı fikirde olmasak, aynı ortak paydalarda buluşmasak ne sözler söz olur, ne şiirler şiir olurdu. Sözünde, şiirinde içerisinde sevgi ve sadakat varsa anlam kazanır. Tıpkı Destanlar Şairi Sevgili Kardeşim Şair ve Yazar Fazıl Ahmet Bahadır’ın duygularımıza tercüman olan “BANDIRMA VAPURU”NDAKİ şiiri gibi.
***
Karabulutlar çöker üstüne,
Karardıkça kararır Karadeniz.
Karanlık sularda,
Kayar gider bir karaltı.
Kararan bahtımıza inat,
İçinde aydınlık saklı.
***
Üç kıtada küstürdüğümüz güneş,
Yüzümüze gülümsedi Samsun’da.
Tuğ oldu önümüzde
Yürüdük ardı sıra;
Amasya’dan Erzurum’a,
Erzurum’dan Sivas’a.
Devlet kurmuş hanlardan
El alıp Ankara’da,
Hatırladık millet olduğumuzu.
Kafa tuttuk dünyaya.
O mübarek meclisin
Tahta sıralarından
Erkekçe yükseldi sesimiz.
“Hayır!” dedik,
Esarete, himayeye, mandaya.
***
Yirmi iki gece
Yirmi iki gündüz,
Ne düşman uyudu ne de biz.
Kan sızdı yatağına
Üstüne sindi barut kokusu.
Ağustos’tan Eylül’e
Akan zamana inat
Akmadı, bekledi su.
Seyretti baştan sona
Öldü denen milletin
Yeniden doğuşunu.
Sakarya,
Köpük köpük, zerre zerre
Boylu boyunca zafer muştusu.
Karadeniz’e doğru
Bir başka akarsuyu…
***
Hızlı ve sessiz dönüyor zaman.
Sessiz yürüyor Mehmetler,
Telaşsız ve çabuk.
Keçe sarılı toynaklar,
Sessizce basıyor toprağa.
Alı, kırı, yağızı
Korkuyor kişnemekten.
Bir şeylerin farkında gibi atlar.
Düzleşiyor yokuşlar.
Yol veriyor anne toprak.
Öpüyor, okşuyor keçe sarılı tekerlekleri,
Ağlamadan dönsünler diye.
***
Ve ilk topun gürlediği an
Kopan kıyametin ardından
Bir el,
Ağustos sabahında
Akdeniz’i gösterdi Kocatepe’den.
Gördüler hedefe varanlar;
Hiçbir yerinde dünyanın
Hiçbir zaman,
Daha güzel olmadı deniz
Eylül’ün dokuzunda
İzmir Körfezi’nde olduğundan…
***
Binlerce yıl önceden
Binlerce yıl sonraya
Bu toprakta bebekler
Yeminli gelirler dünyaya,
Dik tutmak için yurda adak başlarını
Sonsuza kadar.
Kızlar;
Rahime Onbaşıdır Çukurova’da,
Kastamonu’da Şerife Bacı.
Erkekler;
Mustafa doğarlar Hürremlere inat
Sonra Mehmet olurlar
Çanakkale’dekiler kadar.
***
Gafletten, dalaletten
Cesaret alıp düşman,
İhanetle kol kola
Kuşatırsa dört yandan;
Ne zaman ne de yer fark eder,
İş başa düşerse eğer.
Her ahval ve şeraitte
Her Türk’ün
Yüreğindeki limandan
Bir Bandırma Vapuru,
“Vira bismillah!” der
Samsun’a doğru.
***
Söylenecek söz var mı?...Sevgili okurlarım…Yoktur sanıyorum. Çünkü
Söylenecek sözler nesir oldu, destan oldu, şiir oldu söylendi…
19 Mayıs Bayramınız kutlu olsun…
Bu günkü hürriyet ve istiklalimizi borçlu olduğumuz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bu toprak için, bu toprağa düşmüş bütün şühedalarımızın aziz ve mübarek ruhları şad, mekânları cennet olsun…
(*) Cemal Kutay Türkiye İ. ve H.Mücadeleleri Tarihi Cilt: 18 Sahife 10807
***///***
Mehmet Şükrü Baş 19 Mayıs 2012
HASBİHÂL MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
19 MAYIS’I ANLAMAK VE ATATÜRK’Ü TANIMAK
İki binli yılların başlarıydı sanıyorum. Tokat Turhal’da görev yapan oğlumu ve torunlarımı görmek için Turhal’a gittim. Bir iki gün sonra oğlum “Baba seni bir yere götüreceğim” dedi. Ben piknik veya doğa güzelliği olan bir yere gideceğimizi sandım “İyi gidelim” dedim.
Sabahı kalktık arabamıza bindik gidiyoruz. Ama ben hala nereye gittiğimi bilmiyorum. Amasya’yı geçtik Samsun’a doğru yol almaya başladık. Samsun plakalarını görünce Samsun’a gideceğimizi anladım.
Benim gönlümdeki Atatürk sevgisinin ne kadar derin olduğunu bilen oğlum “Baba Samsun’a gidiyoruz” dedi ve Samsun’a gittik.
BANDIRMA VAPURU
O gece yeğenimler de kaldık. Sabahı hep birlikte geziye çıktık. İlk durağımız sahildeki Bandırma Vapuru idi. Bandırma vapurunu gezerken o geceyi yaşar gibi oldum. Ulu Önder Atatürk’ün istiklal ve hürriyet meşalesini yakmak için hangi koşul ve hangi şartlarda yola salındığını düşündüm.
Köhne bir vapur,
Azgın bir deniz,
Kısıtlı bir imkân,
Olmayan bir hürriyet,
İşte bunun belgesi…
***
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919 günü müttefik işgal orduları namına hareket eden İngiltere'nin Karadeniz Ordusu kumandanı General Milen, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'ya bir mektup gönderir. Mektupta şöyle denilmektedir.
***
"Devletlû Efendim Hazretleri,
Dokuzuncu Ordunun bir teşkilat icabı olarak lağvedildiği anlaşılmış iken Dokuzuncu Ordu'dan bir müfettişin bu orduya mensup bir heyetle Sivas'a gitmeleri hayretimize mucip olmuştur. Bu konuda bilgilendirilmemiz gerekmektedir. Bu hususta kendimi sorumlu gördüğümden bu heyetin Sivas'a ne maksatla gittiklerinin bildirilmesi istirham ederim.(*)
***
Bu sorunun yani Ulu Önder Atatürk'ün bu tarihte Sivas'a neden gittiğinin cevabı bu günün resmi bayram statüsüne alınarak her yıl gururla kutladığımız 19 Mayıs bayramlarında verilmektedir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkışını ve orada Hürriyet ve istiklal meşalesini yaktığı o gün Türk'e pranga vurmaya kalkışan gafillerin gün geldiğinde hezimete uğrayacaklarının bir işaretidir. İngiliz generalindeki ileri görüşlük hakikaten takdire şayandır. General o tarihte Mustafa Kemal'in dehasını, kafasındaki ideali ve ufkunu öylesine kuvvetli bir şekilde tahmin edebilmiş ki tarih bu gün kendisini ve endişesini haklı çıkarmıştır. Bu tedirginlik korkulan adam daha yolda iken yani Atatürk'ten duyulan bir korkunun önsezisiydi.
Ah ne olurdu O yüce İnsanı o Ulu Önder'i bizlerde tam olarak tanıyabilsek, bizlerde anlayabilseydik. Onun ilke ve inkılâplarına sarılabilsek onun gösterdiği hedeflere doğru koşabilseydik.
Ne olurdu?...
Devam edelim konumuza.
***
Ulu Önder Atatürk’ü Karadeniz’in azgın suları ile boğuşa boğuşa Samsun’a getirmeyi başaran Bandırma Vapuru’ndayız…
Vapuru gezdikçe merakım galeyana geliyor “Olamaz” diyorum “Olamaz” Çocuklar yetişiyor imdadıma “Baba ne olamaz” diyorlar. Ben yine “Olamaz” diyor ve sözlerime devam ediyorum. “O koca Atatürk o tarihlere sığmayan büyük Önder bu küçücük vapura nasıl sığmış?... Anlayamıyorum. İşte “Olamaz” dediğim budur.
“Hakikaten olamaz….”
Çünkü o büyük devlet adamı, o tarihlere yön veren büyük lider… Ulu Önder Atatürk gözümde ve gönlümde o kadar büyük ki onun sığabileceği bir mekânı tahmin edemiyorum.
***
Şimdi bazı din tüccarı yobazlar bana “Bre gafil Atatürk’te bir insan değil mi?...Büyük olan Allah’tır. Sen nasıl böyle düşünürsün…? Diyeceklerdir.
Varsın desinler…
Ben onları Allah’la arama koymuyorum. Ben dini siyasete alet etmiyorum, ben din ticareti yapmıyorum. Elbette ki yüce olan, elbette ki büyük olan, elbette ki daim olan Allah’tır lakin ortada kimilerinin anlayamadığı bir 19 Mayıs ruhu vardır. Bu ruh olmasaydı adımız Ahmet, Mehmet, Ayşe Fatma olur, minarelerimizde ezan, camilerimizde kur’an okunur muydu?...
O yüce Allah’a ibadetimiz olur muydu?..
Şair ve Yazar kardeşim Dursun Elmas’ın “ATATÜRK’ÜM OLMASAYDI” adlı o muhteşem şiirinde dediği gibi…
***
Haçlı ruhu delirmişti
'Koca Çınar' devrilmişti.
Bu yurt bile verilmişti
Atatürk'üm olmasaydı...
Saldırmıştı onca düşman
Seyrindeydi bütün cihan
Teslimdeydi ana vatan
Atatürk'üm olmasaydı...
Kahpe düşman gitmiyordu
Zulüm bitmek bilmiyordu
Ocağımız tütmüyordu
Atatürk'üm olmasaydı...
Silinmişti kimliğimiz
Bozulmuştu birliğimiz
Yok olmuştu dirliğimiz
Atatürk'üm olmasaydı...
Bu günlere gelemezdik
Okul nedir bilemezdik
Kitap yüzü göremezdik
Atatürk'üm olmasaydı.
Bayrak olmazdı gönderde
Çan çalardı minarede
Baykuş tünerdi camide
Atatürk'üm olmasaydı...
Özgür ülke olamazdık
Bu toprakta kalamazdık
Vatan bile bulamazdık
Atatürk'üm olmasaydı...
***
Aşık Veysel’de diyordu ki!...
“Koyun kurt ile gezerdi /// Fikir başka başk'olmasa”
***
Bizde aynı fikirde olmasak, aynı ortak paydalarda buluşmasak ne sözler söz olur, ne şiirler şiir olurdu. Sözünde, şiirinde içerisinde sevgi ve sadakat varsa anlam kazanır. Tıpkı Destanlar Şairi Sevgili Kardeşim Şair ve Yazar Fazıl Ahmet Bahadır’ın duygularımıza tercüman olan “BANDIRMA VAPURU”NDAKİ şiiri gibi.
***
Karabulutlar çöker üstüne,
Karardıkça kararır Karadeniz.
Karanlık sularda,
Kayar gider bir karaltı.
Kararan bahtımıza inat,
İçinde aydınlık saklı.
***
Üç kıtada küstürdüğümüz güneş,
Yüzümüze gülümsedi Samsun’da.
Tuğ oldu önümüzde
Yürüdük ardı sıra;
Amasya’dan Erzurum’a,
Erzurum’dan Sivas’a.
Devlet kurmuş hanlardan
El alıp Ankara’da,
Hatırladık millet olduğumuzu.
Kafa tuttuk dünyaya.
O mübarek meclisin
Tahta sıralarından
Erkekçe yükseldi sesimiz.
“Hayır!” dedik,
Esarete, himayeye, mandaya.
***
Yirmi iki gece
Yirmi iki gündüz,
Ne düşman uyudu ne de biz.
Kan sızdı yatağına
Üstüne sindi barut kokusu.
Ağustos’tan Eylül’e
Akan zamana inat
Akmadı, bekledi su.
Seyretti baştan sona
Öldü denen milletin
Yeniden doğuşunu.
Sakarya,
Köpük köpük, zerre zerre
Boylu boyunca zafer muştusu.
Karadeniz’e doğru
Bir başka akarsuyu…
***
Hızlı ve sessiz dönüyor zaman.
Sessiz yürüyor Mehmetler,
Telaşsız ve çabuk.
Keçe sarılı toynaklar,
Sessizce basıyor toprağa.
Alı, kırı, yağızı
Korkuyor kişnemekten.
Bir şeylerin farkında gibi atlar.
Düzleşiyor yokuşlar.
Yol veriyor anne toprak.
Öpüyor, okşuyor keçe sarılı tekerlekleri,
Ağlamadan dönsünler diye.
***
Ve ilk topun gürlediği an
Kopan kıyametin ardından
Bir el,
Ağustos sabahında
Akdeniz’i gösterdi Kocatepe’den.
Gördüler hedefe varanlar;
Hiçbir yerinde dünyanın
Hiçbir zaman,
Daha güzel olmadı deniz
Eylül’ün dokuzunda
İzmir Körfezi’nde olduğundan…
***
Binlerce yıl önceden
Binlerce yıl sonraya
Bu toprakta bebekler
Yeminli gelirler dünyaya,
Dik tutmak için yurda adak başlarını
Sonsuza kadar.
Kızlar;
Rahime Onbaşıdır Çukurova’da,
Kastamonu’da Şerife Bacı.
Erkekler;
Mustafa doğarlar Hürremlere inat
Sonra Mehmet olurlar
Çanakkale’dekiler kadar.
***
Gafletten, dalaletten
Cesaret alıp düşman,
İhanetle kol kola
Kuşatırsa dört yandan;
Ne zaman ne de yer fark eder,
İş başa düşerse eğer.
Her ahval ve şeraitte
Her Türk’ün
Yüreğindeki limandan
Bir Bandırma Vapuru,
“Vira bismillah!” der
Samsun’a doğru.
***
Söylenecek söz var mı?...Sevgili okurlarım…Yoktur sanıyorum. Çünkü
Söylenecek sözler nesir oldu, destan oldu, şiir oldu söylendi…
19 Mayıs Bayramınız kutlu olsun…
Bu günkü hürriyet ve istiklalimizi borçlu olduğumuz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bu toprak için, bu toprağa düşmüş bütün şühedalarımızın aziz ve mübarek ruhları şad, mekânları cennet olsun…
(*) Cemal Kutay Türkiye İ. ve H.Mücadeleleri Tarihi Cilt: 18 Sahife 10807
***///***
Mehmet Şükrü Baş 19 Mayıs 2012
mehmet_sukru_bas@mynet.com
19 MAYIS’I ANLAMAK VE ATATÜRK’Ü TANIMAK
İki binli yılların başlarıydı sanıyorum. Tokat Turhal’da görev yapan oğlumu ve torunlarımı görmek için Turhal’a gittim. Bir iki gün sonra oğlum “Baba seni bir yere götüreceğim” dedi. Ben piknik veya doğa güzelliği olan bir yere gideceğimizi sandım “İyi gidelim” dedim.
Sabahı kalktık arabamıza bindik gidiyoruz. Ama ben hala nereye gittiğimi bilmiyorum. Amasya’yı geçtik Samsun’a doğru yol almaya başladık. Samsun plakalarını görünce Samsun’a gideceğimizi anladım.
Benim gönlümdeki Atatürk sevgisinin ne kadar derin olduğunu bilen oğlum “Baba Samsun’a gidiyoruz” dedi ve Samsun’a gittik.
BANDIRMA VAPURU
O gece yeğenimler de kaldık. Sabahı hep birlikte geziye çıktık. İlk durağımız sahildeki Bandırma Vapuru idi. Bandırma vapurunu gezerken o geceyi yaşar gibi oldum. Ulu Önder Atatürk’ün istiklal ve hürriyet meşalesini yakmak için hangi koşul ve hangi şartlarda yola salındığını düşündüm.
Köhne bir vapur,
Azgın bir deniz,
Kısıtlı bir imkân,
Olmayan bir hürriyet,
İşte bunun belgesi…
***
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919 günü müttefik işgal orduları namına hareket eden İngiltere'nin Karadeniz Ordusu kumandanı General Milen, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'ya bir mektup gönderir. Mektupta şöyle denilmektedir.
***
"Devletlû Efendim Hazretleri,
Dokuzuncu Ordunun bir teşkilat icabı olarak lağvedildiği anlaşılmış iken Dokuzuncu Ordu'dan bir müfettişin bu orduya mensup bir heyetle Sivas'a gitmeleri hayretimize mucip olmuştur. Bu konuda bilgilendirilmemiz gerekmektedir. Bu hususta kendimi sorumlu gördüğümden bu heyetin Sivas'a ne maksatla gittiklerinin bildirilmesi istirham ederim.(*)
***
Bu sorunun yani Ulu Önder Atatürk'ün bu tarihte Sivas'a neden gittiğinin cevabı bu günün resmi bayram statüsüne alınarak her yıl gururla kutladığımız 19 Mayıs bayramlarında verilmektedir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkışını ve orada Hürriyet ve istiklal meşalesini yaktığı o gün Türk'e pranga vurmaya kalkışan gafillerin gün geldiğinde hezimete uğrayacaklarının bir işaretidir. İngiliz generalindeki ileri görüşlük hakikaten takdire şayandır. General o tarihte Mustafa Kemal'in dehasını, kafasındaki ideali ve ufkunu öylesine kuvvetli bir şekilde tahmin edebilmiş ki tarih bu gün kendisini ve endişesini haklı çıkarmıştır. Bu tedirginlik korkulan adam daha yolda iken yani Atatürk'ten duyulan bir korkunun önsezisiydi.
Ah ne olurdu O yüce İnsanı o Ulu Önder'i bizlerde tam olarak tanıyabilsek, bizlerde anlayabilseydik. Onun ilke ve inkılâplarına sarılabilsek onun gösterdiği hedeflere doğru koşabilseydik.
Ne olurdu?...
Devam edelim konumuza.
***
Ulu Önder Atatürk’ü Karadeniz’in azgın suları ile boğuşa boğuşa Samsun’a getirmeyi başaran Bandırma Vapuru’ndayız…
Vapuru gezdikçe merakım galeyana geliyor “Olamaz” diyorum “Olamaz” Çocuklar yetişiyor imdadıma “Baba ne olamaz” diyorlar. Ben yine “Olamaz” diyor ve sözlerime devam ediyorum. “O koca Atatürk o tarihlere sığmayan büyük Önder bu küçücük vapura nasıl sığmış?... Anlayamıyorum. İşte “Olamaz” dediğim budur.
“Hakikaten olamaz….”
Çünkü o büyük devlet adamı, o tarihlere yön veren büyük lider… Ulu Önder Atatürk gözümde ve gönlümde o kadar büyük ki onun sığabileceği bir mekânı tahmin edemiyorum.
***
Şimdi bazı din tüccarı yobazlar bana “Bre gafil Atatürk’te bir insan değil mi?...Büyük olan Allah’tır. Sen nasıl böyle düşünürsün…? Diyeceklerdir.
Varsın desinler…
Ben onları Allah’la arama koymuyorum. Ben dini siyasete alet etmiyorum, ben din ticareti yapmıyorum. Elbette ki yüce olan, elbette ki büyük olan, elbette ki daim olan Allah’tır lakin ortada kimilerinin anlayamadığı bir 19 Mayıs ruhu vardır. Bu ruh olmasaydı adımız Ahmet, Mehmet, Ayşe Fatma olur, minarelerimizde ezan, camilerimizde kur’an okunur muydu?...
O yüce Allah’a ibadetimiz olur muydu?..
Şair ve Yazar kardeşim Dursun Elmas’ın “ATATÜRK’ÜM OLMASAYDI” adlı o muhteşem şiirinde dediği gibi…
***
Haçlı ruhu delirmişti
'Koca Çınar' devrilmişti.
Bu yurt bile verilmişti
Atatürk'üm olmasaydı...
Saldırmıştı onca düşman
Seyrindeydi bütün cihan
Teslimdeydi ana vatan
Atatürk'üm olmasaydı...
Kahpe düşman gitmiyordu
Zulüm bitmek bilmiyordu
Ocağımız tütmüyordu
Atatürk'üm olmasaydı...
Silinmişti kimliğimiz
Bozulmuştu birliğimiz
Yok olmuştu dirliğimiz
Atatürk'üm olmasaydı...
Bu günlere gelemezdik
Okul nedir bilemezdik
Kitap yüzü göremezdik
Atatürk'üm olmasaydı.
Bayrak olmazdı gönderde
Çan çalardı minarede
Baykuş tünerdi camide
Atatürk'üm olmasaydı...
Özgür ülke olamazdık
Bu toprakta kalamazdık
Vatan bile bulamazdık
Atatürk'üm olmasaydı...
***
Aşık Veysel’de diyordu ki!...
“Koyun kurt ile gezerdi /// Fikir başka başk'olmasa”
***
Bizde aynı fikirde olmasak, aynı ortak paydalarda buluşmasak ne sözler söz olur, ne şiirler şiir olurdu. Sözünde, şiirinde içerisinde sevgi ve sadakat varsa anlam kazanır. Tıpkı Destanlar Şairi Sevgili Kardeşim Şair ve Yazar Fazıl Ahmet Bahadır’ın duygularımıza tercüman olan “BANDIRMA VAPURU”NDAKİ şiiri gibi.
***
Karabulutlar çöker üstüne,
Karardıkça kararır Karadeniz.
Karanlık sularda,
Kayar gider bir karaltı.
Kararan bahtımıza inat,
İçinde aydınlık saklı.
***
Üç kıtada küstürdüğümüz güneş,
Yüzümüze gülümsedi Samsun’da.
Tuğ oldu önümüzde
Yürüdük ardı sıra;
Amasya’dan Erzurum’a,
Erzurum’dan Sivas’a.
Devlet kurmuş hanlardan
El alıp Ankara’da,
Hatırladık millet olduğumuzu.
Kafa tuttuk dünyaya.
O mübarek meclisin
Tahta sıralarından
Erkekçe yükseldi sesimiz.
“Hayır!” dedik,
Esarete, himayeye, mandaya.
***
Yirmi iki gece
Yirmi iki gündüz,
Ne düşman uyudu ne de biz.
Kan sızdı yatağına
Üstüne sindi barut kokusu.
Ağustos’tan Eylül’e
Akan zamana inat
Akmadı, bekledi su.
Seyretti baştan sona
Öldü denen milletin
Yeniden doğuşunu.
Sakarya,
Köpük köpük, zerre zerre
Boylu boyunca zafer muştusu.
Karadeniz’e doğru
Bir başka akarsuyu…
***
Hızlı ve sessiz dönüyor zaman.
Sessiz yürüyor Mehmetler,
Telaşsız ve çabuk.
Keçe sarılı toynaklar,
Sessizce basıyor toprağa.
Alı, kırı, yağızı
Korkuyor kişnemekten.
Bir şeylerin farkında gibi atlar.
Düzleşiyor yokuşlar.
Yol veriyor anne toprak.
Öpüyor, okşuyor keçe sarılı tekerlekleri,
Ağlamadan dönsünler diye.
***
Ve ilk topun gürlediği an
Kopan kıyametin ardından
Bir el,
Ağustos sabahında
Akdeniz’i gösterdi Kocatepe’den.
Gördüler hedefe varanlar;
Hiçbir yerinde dünyanın
Hiçbir zaman,
Daha güzel olmadı deniz
Eylül’ün dokuzunda
İzmir Körfezi’nde olduğundan…
***
Binlerce yıl önceden
Binlerce yıl sonraya
Bu toprakta bebekler
Yeminli gelirler dünyaya,
Dik tutmak için yurda adak başlarını
Sonsuza kadar.
Kızlar;
Rahime Onbaşıdır Çukurova’da,
Kastamonu’da Şerife Bacı.
Erkekler;
Mustafa doğarlar Hürremlere inat
Sonra Mehmet olurlar
Çanakkale’dekiler kadar.
***
Gafletten, dalaletten
Cesaret alıp düşman,
İhanetle kol kola
Kuşatırsa dört yandan;
Ne zaman ne de yer fark eder,
İş başa düşerse eğer.
Her ahval ve şeraitte
Her Türk’ün
Yüreğindeki limandan
Bir Bandırma Vapuru,
“Vira bismillah!” der
Samsun’a doğru.
***
Söylenecek söz var mı?...Sevgili okurlarım…Yoktur sanıyorum. Çünkü
Söylenecek sözler nesir oldu, destan oldu, şiir oldu söylendi…
19 Mayıs Bayramınız kutlu olsun…
Bu günkü hürriyet ve istiklalimizi borçlu olduğumuz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bu toprak için, bu toprağa düşmüş bütün şühedalarımızın aziz ve mübarek ruhları şad, mekânları cennet olsun…
(*) Cemal Kutay Türkiye İ. ve H.Mücadeleleri Tarihi Cilt: 18 Sahife 10807
***///***
Mehmet Şükrü Baş 19 Mayıs 2012
HASBİHÂL MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
19 MAYIS’I ANLAMAK VE ATATÜRK’Ü TANIMAK
İki binli yılların başlarıydı sanıyorum. Tokat Turhal’da görev yapan oğlumu ve torunlarımı görmek için Turhal’a gittim. Bir iki gün sonra oğlum “Baba seni bir yere götüreceğim” dedi. Ben piknik veya doğa güzelliği olan bir yere gideceğimizi sandım “İyi gidelim” dedim.
Sabahı kalktık arabamıza bindik gidiyoruz. Ama ben hala nereye gittiğimi bilmiyorum. Amasya’yı geçtik Samsun’a doğru yol almaya başladık. Samsun plakalarını görünce Samsun’a gideceğimizi anladım.
Benim gönlümdeki Atatürk sevgisinin ne kadar derin olduğunu bilen oğlum “Baba Samsun’a gidiyoruz” dedi ve Samsun’a gittik.
BANDIRMA VAPURU
O gece yeğenimler de kaldık. Sabahı hep birlikte geziye çıktık. İlk durağımız sahildeki Bandırma Vapuru idi. Bandırma vapurunu gezerken o geceyi yaşar gibi oldum. Ulu Önder Atatürk’ün istiklal ve hürriyet meşalesini yakmak için hangi koşul ve hangi şartlarda yola salındığını düşündüm.
Köhne bir vapur,
Azgın bir deniz,
Kısıtlı bir imkân,
Olmayan bir hürriyet,
İşte bunun belgesi…
***
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919 günü müttefik işgal orduları namına hareket eden İngiltere'nin Karadeniz Ordusu kumandanı General Milen, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'ya bir mektup gönderir. Mektupta şöyle denilmektedir.
***
"Devletlû Efendim Hazretleri,
Dokuzuncu Ordunun bir teşkilat icabı olarak lağvedildiği anlaşılmış iken Dokuzuncu Ordu'dan bir müfettişin bu orduya mensup bir heyetle Sivas'a gitmeleri hayretimize mucip olmuştur. Bu konuda bilgilendirilmemiz gerekmektedir. Bu hususta kendimi sorumlu gördüğümden bu heyetin Sivas'a ne maksatla gittiklerinin bildirilmesi istirham ederim.(*)
***
Bu sorunun yani Ulu Önder Atatürk'ün bu tarihte Sivas'a neden gittiğinin cevabı bu günün resmi bayram statüsüne alınarak her yıl gururla kutladığımız 19 Mayıs bayramlarında verilmektedir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkışını ve orada Hürriyet ve istiklal meşalesini yaktığı o gün Türk'e pranga vurmaya kalkışan gafillerin gün geldiğinde hezimete uğrayacaklarının bir işaretidir. İngiliz generalindeki ileri görüşlük hakikaten takdire şayandır. General o tarihte Mustafa Kemal'in dehasını, kafasındaki ideali ve ufkunu öylesine kuvvetli bir şekilde tahmin edebilmiş ki tarih bu gün kendisini ve endişesini haklı çıkarmıştır. Bu tedirginlik korkulan adam daha yolda iken yani Atatürk'ten duyulan bir korkunun önsezisiydi.
Ah ne olurdu O yüce İnsanı o Ulu Önder'i bizlerde tam olarak tanıyabilsek, bizlerde anlayabilseydik. Onun ilke ve inkılâplarına sarılabilsek onun gösterdiği hedeflere doğru koşabilseydik.
Ne olurdu?...
Devam edelim konumuza.
***
Ulu Önder Atatürk’ü Karadeniz’in azgın suları ile boğuşa boğuşa Samsun’a getirmeyi başaran Bandırma Vapuru’ndayız…
Vapuru gezdikçe merakım galeyana geliyor “Olamaz” diyorum “Olamaz” Çocuklar yetişiyor imdadıma “Baba ne olamaz” diyorlar. Ben yine “Olamaz” diyor ve sözlerime devam ediyorum. “O koca Atatürk o tarihlere sığmayan büyük Önder bu küçücük vapura nasıl sığmış?... Anlayamıyorum. İşte “Olamaz” dediğim budur.
“Hakikaten olamaz….”
Çünkü o büyük devlet adamı, o tarihlere yön veren büyük lider… Ulu Önder Atatürk gözümde ve gönlümde o kadar büyük ki onun sığabileceği bir mekânı tahmin edemiyorum.
***
Şimdi bazı din tüccarı yobazlar bana “Bre gafil Atatürk’te bir insan değil mi?...Büyük olan Allah’tır. Sen nasıl böyle düşünürsün…? Diyeceklerdir.
Varsın desinler…
Ben onları Allah’la arama koymuyorum. Ben dini siyasete alet etmiyorum, ben din ticareti yapmıyorum. Elbette ki yüce olan, elbette ki büyük olan, elbette ki daim olan Allah’tır lakin ortada kimilerinin anlayamadığı bir 19 Mayıs ruhu vardır. Bu ruh olmasaydı adımız Ahmet, Mehmet, Ayşe Fatma olur, minarelerimizde ezan, camilerimizde kur’an okunur muydu?...
O yüce Allah’a ibadetimiz olur muydu?..
Şair ve Yazar kardeşim Dursun Elmas’ın “ATATÜRK’ÜM OLMASAYDI” adlı o muhteşem şiirinde dediği gibi…
***
Haçlı ruhu delirmişti
'Koca Çınar' devrilmişti.
Bu yurt bile verilmişti
Atatürk'üm olmasaydı...
Saldırmıştı onca düşman
Seyrindeydi bütün cihan
Teslimdeydi ana vatan
Atatürk'üm olmasaydı...
Kahpe düşman gitmiyordu
Zulüm bitmek bilmiyordu
Ocağımız tütmüyordu
Atatürk'üm olmasaydı...
Silinmişti kimliğimiz
Bozulmuştu birliğimiz
Yok olmuştu dirliğimiz
Atatürk'üm olmasaydı...
Bu günlere gelemezdik
Okul nedir bilemezdik
Kitap yüzü göremezdik
Atatürk'üm olmasaydı.
Bayrak olmazdı gönderde
Çan çalardı minarede
Baykuş tünerdi camide
Atatürk'üm olmasaydı...
Özgür ülke olamazdık
Bu toprakta kalamazdık
Vatan bile bulamazdık
Atatürk'üm olmasaydı...
***
Aşık Veysel’de diyordu ki!...
“Koyun kurt ile gezerdi /// Fikir başka başk'olmasa”
***
Bizde aynı fikirde olmasak, aynı ortak paydalarda buluşmasak ne sözler söz olur, ne şiirler şiir olurdu. Sözünde, şiirinde içerisinde sevgi ve sadakat varsa anlam kazanır. Tıpkı Destanlar Şairi Sevgili Kardeşim Şair ve Yazar Fazıl Ahmet Bahadır’ın duygularımıza tercüman olan “BANDIRMA VAPURU”NDAKİ şiiri gibi.
***
Karabulutlar çöker üstüne,
Karardıkça kararır Karadeniz.
Karanlık sularda,
Kayar gider bir karaltı.
Kararan bahtımıza inat,
İçinde aydınlık saklı.
***
Üç kıtada küstürdüğümüz güneş,
Yüzümüze gülümsedi Samsun’da.
Tuğ oldu önümüzde
Yürüdük ardı sıra;
Amasya’dan Erzurum’a,
Erzurum’dan Sivas’a.
Devlet kurmuş hanlardan
El alıp Ankara’da,
Hatırladık millet olduğumuzu.
Kafa tuttuk dünyaya.
O mübarek meclisin
Tahta sıralarından
Erkekçe yükseldi sesimiz.
“Hayır!” dedik,
Esarete, himayeye, mandaya.
***
Yirmi iki gece
Yirmi iki gündüz,
Ne düşman uyudu ne de biz.
Kan sızdı yatağına
Üstüne sindi barut kokusu.
Ağustos’tan Eylül’e
Akan zamana inat
Akmadı, bekledi su.
Seyretti baştan sona
Öldü denen milletin
Yeniden doğuşunu.
Sakarya,
Köpük köpük, zerre zerre
Boylu boyunca zafer muştusu.
Karadeniz’e doğru
Bir başka akarsuyu…
***
Hızlı ve sessiz dönüyor zaman.
Sessiz yürüyor Mehmetler,
Telaşsız ve çabuk.
Keçe sarılı toynaklar,
Sessizce basıyor toprağa.
Alı, kırı, yağızı
Korkuyor kişnemekten.
Bir şeylerin farkında gibi atlar.
Düzleşiyor yokuşlar.
Yol veriyor anne toprak.
Öpüyor, okşuyor keçe sarılı tekerlekleri,
Ağlamadan dönsünler diye.
***
Ve ilk topun gürlediği an
Kopan kıyametin ardından
Bir el,
Ağustos sabahında
Akdeniz’i gösterdi Kocatepe’den.
Gördüler hedefe varanlar;
Hiçbir yerinde dünyanın
Hiçbir zaman,
Daha güzel olmadı deniz
Eylül’ün dokuzunda
İzmir Körfezi’nde olduğundan…
***
Binlerce yıl önceden
Binlerce yıl sonraya
Bu toprakta bebekler
Yeminli gelirler dünyaya,
Dik tutmak için yurda adak başlarını
Sonsuza kadar.
Kızlar;
Rahime Onbaşıdır Çukurova’da,
Kastamonu’da Şerife Bacı.
Erkekler;
Mustafa doğarlar Hürremlere inat
Sonra Mehmet olurlar
Çanakkale’dekiler kadar.
***
Gafletten, dalaletten
Cesaret alıp düşman,
İhanetle kol kola
Kuşatırsa dört yandan;
Ne zaman ne de yer fark eder,
İş başa düşerse eğer.
Her ahval ve şeraitte
Her Türk’ün
Yüreğindeki limandan
Bir Bandırma Vapuru,
“Vira bismillah!” der
Samsun’a doğru.
***
Söylenecek söz var mı?...Sevgili okurlarım…Yoktur sanıyorum. Çünkü
Söylenecek sözler nesir oldu, destan oldu, şiir oldu söylendi…
19 Mayıs Bayramınız kutlu olsun…
Bu günkü hürriyet ve istiklalimizi borçlu olduğumuz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile bu toprak için, bu toprağa düşmüş bütün şühedalarımızın aziz ve mübarek ruhları şad, mekânları cennet olsun…
(*) Cemal Kutay Türkiye İ. ve H.Mücadeleleri Tarihi Cilt: 18 Sahife 10807
***///***
Mehmet Şükrü Baş 19 Mayıs 2012
VERESİYE DEFTERİ
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
VERESİYE DEFTERİ
Bazı dostlarım benim Çanakkale ile ilgili duygularımı çok iyi biliyor olacaklar ki zaman zaman e-postama Çanakkale ile ilgili çok önemli yazılar gönderirler. Okuyacağınız bu alıntı yazısı da bunlardan birisidir. Değerli bir dostumun lütfedip gönderdiği “Veresiye Defteri” başlıklı bu duygu yüklü tarihi yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim. Umarım sizlerde çocuklarınızla, torunlarınızla paylaşır o günlerin unutulmamasına, canlı tutulmasına vesile olursunuz.
İşte o yazı:
VERESİYE DEFTERİ
Muallim Ahmet Rıfkı?!
Yıl 1915...
Çanakkale'de kızılca kıyametin koptuğu günler...
Aylardan Mayıs...
Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeri girer.
Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma bile karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; "Hocam, mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale'ye gönüllü gittiler, ama siz hâlâ buradasınız! Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor, söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?"
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.
Ahmet Rıfkı'nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.
Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil Efendiye uğrar ve şöyle der:
"Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!"
Çeşitli cephelerde savaşa katılır.
19 Aralık 1915 günü şehit olur...
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar.
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.
"Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın!" der.
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir:
"Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!"
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah'la birlikte dükkâna gider.
Selâhaddin Adil Efendi, "Ahmet Rıfkı" bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah'ın önüne koyar!
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir.
Şöyle yazıyordur defterde:
"Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiştir, vesselam!" (Alıntı)
***
İşte yedi düvelle yaptığımız Çanakkale savaşı da bunlardan birisidir. Bu hesap 253 bin mübarek şahidimizin mübarek kanlarıyla kapanmıştır.. Çanakkale Türk Milletinin onurudur, gururudur, namusudur. Rabbim bütün şühedalarımıza rahmetini esirgemesin. Onları Nebiler Nebisi Yüce Peygamberimize komşu eylesin. Bütün şehitlerimizin mekânı cennet ruhları şad olsun.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 04 Mayıs 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi
mehmet_sukru_bas@mynet.com
VERESİYE DEFTERİ
Bazı dostlarım benim Çanakkale ile ilgili duygularımı çok iyi biliyor olacaklar ki zaman zaman e-postama Çanakkale ile ilgili çok önemli yazılar gönderirler. Okuyacağınız bu alıntı yazısı da bunlardan birisidir. Değerli bir dostumun lütfedip gönderdiği “Veresiye Defteri” başlıklı bu duygu yüklü tarihi yazıyı sizlerle de paylaşmak istedim. Umarım sizlerde çocuklarınızla, torunlarınızla paylaşır o günlerin unutulmamasına, canlı tutulmasına vesile olursunuz.
İşte o yazı:
VERESİYE DEFTERİ
Muallim Ahmet Rıfkı?!
Yıl 1915...
Çanakkale'de kızılca kıyametin koptuğu günler...
Aylardan Mayıs...
Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeri girer.
Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma bile karşılık vermezler!..
Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.
Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; "Hocam, mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale'ye gönüllü gittiler, ama siz hâlâ buradasınız! Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor, söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?"
Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.
Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.
Ahmet Rıfkı'nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.
Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.
Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil Efendiye uğrar ve şöyle der:
"Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!"
Çeşitli cephelerde savaşa katılır.
19 Aralık 1915 günü şehit olur...
Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar.
Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.
"Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın!" der.
Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir:
"Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!"
Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah'la birlikte dükkâna gider.
Selâhaddin Adil Efendi, "Ahmet Rıfkı" bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah'ın önüne koyar!
Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir.
Şöyle yazıyordur defterde:
"Bu hesap Ahmet Rıfkı'nın kanıyla ödenmiştir, vesselam!" (Alıntı)
***
İşte yedi düvelle yaptığımız Çanakkale savaşı da bunlardan birisidir. Bu hesap 253 bin mübarek şahidimizin mübarek kanlarıyla kapanmıştır.. Çanakkale Türk Milletinin onurudur, gururudur, namusudur. Rabbim bütün şühedalarımıza rahmetini esirgemesin. Onları Nebiler Nebisi Yüce Peygamberimize komşu eylesin. Bütün şehitlerimizin mekânı cennet ruhları şad olsun.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 04 Mayıs 2012 Elazığ Nurhak Gazetesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)