MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
PARKTAKİ İHTİYAR
Şair diyor ki;
Ben sonbaharı sevmem,
Sonbaharda üşürüm.
Ben ki her sonbaharda
Ölümü düşünürüm.
Denilecektir ki; Ölüm her mevsimde düşünülmelidir.
Doğrudur. Bizde bu duygular içerisinde yaşımızın getirdiği karamsarlıkla solan yaprakların dallarından düşüşünü seyrediyoruz. Kendimizi o düşen yaprağın yerine koyuyor, dalımızdan ne zaman kopacağımızın muhasebesini yapıyoruz.
Camilerimizde verilen her sala’yı pür dikkat dinliyoruz. Acaba hangi arkadaşımızın, hangi dostumuzun salası veriliyor diye endişeye kapılıyoruz.
Şairin dediği gibi” Bindik bir marşandize // Teker teker iniyoruz.”
Bu duygular insanı yaşadığı ortamda bile garip kılıyor, bu duygular insanı karamsarlığa, yalnızlığa itiyor. O yalnızlık ki insanı yiyip bitiriyor. Yine böyle bir günde akşamın serinliğinde, yağmurların çiselediği bir sonbahar gününde parkta rastladığımız ve kendisi ile bir söyleşi yaptığımız zaman zaman da kendimizi onun yerine koyduğumuz bir ihtiyarın yaşantısını hayalide olsa şiirsel bir duyguyla sizlere aktaralım dedik.
Umarım her insan bu parkta mutlaka kendisine ayrılan bir bankın olduğunu bilecek ve günü geldiğinde kendisini o ihtiyarın yanında görecektir.
İşte o gün ve.....
“PARKTAKİ İHTİYAR.”
***
Parkta bir sonbahar, bankta bir garip insan,
Öylesine mahzun, öylesine perişan
Korka korka gittim yanına, başladık konuşmaya,
Ömürden yaprak yaprak anılar anlatmaya
Dedim “Baba evli misin, yoksa dul musun?
Niye böyle kederli, niye böyle mahzunsun? ”
Dedi “Dert ile nikâh kıydım, ben onunla evliyim
Dört oğlum var, selvi gibi, dört de gelinim.”
Dedim “Hanımın ne oldu, yoldaşın nerde? ”
Dedi “Oğul, o ölünce düştüm bu derde.”
Dedim “Evin barkın ne oldu, gidecek yerin yok mu? ”
Dedi “Evlat deşme yaramı, başkaca işin yok mu? ”
”Çekinme baba dedim, anlat bana derdini”
Dedi “Anlatsam da derdimi, sanki bende biter mi? ”
Dedim “Gitsene baba, oğullarının yanına”
Dedi “Gitmeye giderim de alırlar mı yanına?”
Dedim “Baba önün kış, peki ne yapacaksın?
Oğlun, torunun var, gitsene onlar baksın.”
Dedi “Gidemem oğul, gelinlerim bakmazlar,
Oğullarım da onların sözlerinden çıkmazlar.”
Dedim “Şimdiye dek ne yaptın, hani senin servetin? ”
Dedi “Dört oğul büyüttüm, okuttum da everdim.”
“İyi ya” dedim “Ekmişsin tohumunu, hadi gidip biçsene,”
Dedi “Oğul sen ne bilin, kalkıp yolan gitsene.”
Dedim “Baba, peki bu günler nasıl geçer? ”
“Geçer evlat geçer” dedi, “Delip de geçer.”
Dedim “Baba kış ağır olur, bahara çıkar mısın? ”
Dedi “yudum yudum eriyorum, dönüp bir bakar mısın? ”
Kalkmak istedim banktan, titredim kalkamadım.
Sanki bir aynaydı karşımda, kendi kendime baktım.
Demek ki kader sessiz sessiz örüyorken ağını,
Yarınlar meçhul bize, kimler bilir yarını?
Güneş girmişti yuvasına, yağmur çiseliyordu;
Evi yurdu olanlar, evine gidiyordu.
Birbirimize sokulduk, benle ihtiyar,
Birer birer yanıyordu Luna Park’ta lambalar.
Akşamın karanlığı, çökmüştü üstümüze;
Teker teker kapandı, kapılar yüzümüze.
Girdim ihtiyarın koluna, baktım ki titriyordu,
Sanki bir mum gibiydi, yaşarken eriyordu.
***///***
Mehmet Şükrü Baş 30 Ekim 2010 Elazığ Nurhak Gazetesi